Şiddet Yasası Kimin İçin?

8-mart-2012-262Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun

Yaklaşık bir yıl süren çalışmalar sonucunda Türkiye’nin yeni bir şiddetle mücadele yasası oldu. Farklı platformlarda yer alan kadın örgütleri yasa taslağı tartışmalarına kendi çaba ve ısrarlarıyla dahil oldular.

Eylül ayında Bakanlıkça yapılan ilk toplantının ardından kurulan Şiddete Son Platformunu oluşturan kadın örgütlerinin temsilcileri, son iki ay içinde yasa yazım sürecinde de aktif olarak yer aldılar. Bu sürecin, ayrıca anlatılması gereken uzun ve sancılı bir hikayesi var. Bunu tekrar ele almak gerekir.

Yeni yasanın topluma tanıtılışı dolayısıyla, karşılayabileceğinin üzerinde bir beklenti yarattığı aşikar. Biz geçmiş deneyimlerimizden biliyoruz ki; yasanın şiddetle nasıl ve nereye kadar mücadele edeceğini büyük ölçüde uygulamalar gösterecek. Ancak metnin meclis genel kurulunda kabul edilen halinin nasıl uygulanacağını ve tasarının altında imzası bulunanların kadına yönelik şiddetle mücadeleye ne kadar niyetli olduğunu şimdiden söylemeye yetecek bilgi ve deneyimimiz var.

1998 yılından bu yana yürürlükte olan 4320 sayılı yasayla karşılaştırarak ele alacak olursak, genel hatlarıyla yeni yasanın çok daha kapsamlı ve olumlu düzenlemeler içerdiğini söylemek mümkün. Aşağıda aktarmaya çalışacağım çekinceler ve eleştiriler baki kalmak üzere, kadına yönelik şiddetle mücadelede etkili bir mekanizmanın oluşturulmasına dair düzenlemelerin yer aldığı bir yasa söz konusu. Ancak bunu “kadınlar için devrim” şeklinde tarif etmek de fazla iddialı olacaktır.

Yasanın amacı ve kapsamı, 4320 sayılı yasaya nazaran daha net bir şekilde tanımlandı. Evli olan, olmayan kadın ayrımı ortadan kaldırıldı ve tek taraflı ısrarlı takip mağdurları da yasa kapsamına alındı. Yasanın olumlu yanlarından biri de İstanbul Sözleşmesi (Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi)ne özellikle atıfta bulunması oldu. Aynı şekilde “ev içi şiddet”, “kadına yönelik şiddet” ve “şiddet” tanımları ayrıntılı olarak yapıldı ve şiddetin “kamusal ve özel alanda” meydana geldiği ifadesi nihayet yasaya girdi. Bütüncül ve etkili bir mekanizma olmaktan uzak olsa da şiddet izleme ve önleme merkezleri yasaya konuldu. Kuşkusuz önümüzdeki günlerde uygulamanın verileriyle birlikte, daha ayrıntılı analizler de yapılacaktır yasa maddelerine ilişkin. Ancak burada kısaca yazdığım olumlulukların her biri için günler ve geceler boyu verilen mücadele, biraz önce sözünü ettiğim uzun ve sancılı hikayenin parçalarını oluşturuyor ve en kısa zamanda anlatılmayı bekliyor/hakediyor.

Dikkatlerden kaçırılmaması gereken temel birkaç nokta var ki, bize yeni yasayı övücü sözcükler kullanmak için çok da acele etmemek gerektiğini gösteriyor. Önceki yasanın on dört yıl boyunca tecrübe edilen uygulamalarının çok acı derslerle hepimize gösterdiği eksiklikleri gidermek mümkünken, bu imkandan özel bir tercihle kaçınılmış olması bu noktaların ilkidir. Meclis’te henüz birkaç ay önce onaylanan “İstanbul Sözleşmesi”nin öngördüğü mekanizmaların ve yaklaşımın, tüm ısrarlara rağmen, neredeyse tümüyle gözden uzak tutulmak istenmesi işaret edilecek bir diğer noktadır. Nihayet, yasa yapıcıların önemli bir bölümünün, kadına yönelik şiddetin sebeplerinin önlenmesi ve CEDAW hükümleriyle ortaya konan şiddetin tümüyle ortadan kaldırılması perspektifinden uzak olduğunu ileri sürmek için yeterli gerekçelere sahibiz. Meclis Genel Kurulu’nda yasa görüşülürken sık sık dile getirilen “şiddeti önleyelim derken aileyi dağıtmayalım” yaklaşımı, aslında asıl istenenin kadınları aile içinde tutabilecek düzeyde şiddetsiz bir ortamın yaratılması olduğunu göstermektedir. Zira bu yaklaşım şiddete maruz kalan kadınlar üzerinden bu şiddetin dağıttığı aileleri yeniden inşa etme perspektifine sahiptir. Bu anlamda da, hep sözü edilen, kadın erkek eşitliğinin sağlanmasından, kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılmasına kadar olumlu değişimler için gerekli olan ve Bakanlığın da birçok yayınında belirttiği “Zihniyet Dönüşümü”nün soyut bir söylemden ibaret olduğu açıktır.

Böyle bir sıralama yaptığımızda hep söylenegeldiği gibi yasanın adından başlamak elzem oluyor. Başbakanlık aşamasına kadar hiç telafuz edilmeyen, bakanlığın hiçbir tasarısında yer almayan “Ailenin Korunması” ibaresi, Meclise sevk edilen tasarıda yerini buluverdi. Bakan Fatma Şahin’in, bunun, önemsiz bir isim eklemesi olduğu ve kadın örgütlerinin talebi üzerine konulduğu açıklaması, yasa hazırlık çalışmalarına katılan kadın örgütleri bakımından rahatsız edici olmuştur. Bu durum, kadın hareketinin, devletin/hükümetin aileyi merkeze koyan politikalarına karşı yürüteceği mücadele açısından da önem taşıyan bir husus.
Mülga 4320 sayılı yasadan yola çıkarak diyebiliriz ki; bir yasanın içeriği hakkında en temel bilgiyi yasanın adı verir. Bu yasa hangi ihtiyacı karşılamak üzere yapılmıştır, amacı ve uygulama alanı nedir? sorusuna, “hem aileyi hem de bu aile içinde şiddet gören kadını koruyacaktır” diyemeyiz. Zira şiddetin kaynağı aile ile birlikte bu şiddetin yöneldiği kadının aynı mekanizma ile korunması mümkün değildir.

Yeni yasanın hangi kadınları kapsayacağı konusu ciddi bir pazarlık süreci sonunda son halini alabildi. Geniş olarak yorumlanabilecek olan “Şiddete uğrayan ve uğrama ihtimali bulunan kadınların…” ifadesi, olumlu bir düzenleme sayılabilir. Ancak bu haliyle, Bakanlıkça bu yasa kapsamında hiçbir şekilde telafuz edilmek istenmeyen LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel ve Trans) bireyleri kapsayabilmesi için epeyce bir geniş yorumlama iradesi gerekiyor. Bu yorumun da ancak istisnai birkaç yargıç tarafından yapılabileceğini söylemek haksızlık olmaz. Üstelik bu koşullarda yasanın adında anılan “aile”yi korumaya ant içmiş bir yargıcın, uygulamada kadını mı, aileyi mi merkeze alarak karar vereceğinden hiçbir zaman emin olamayız.

Kadın örgütlerinin talebi olan tanımların bir kısmının nihai metinde büyük ölçülerde yer bulduğunu söylemiştim. Ancak yasa, ısrarla vurguladığımız “Toplumsal Cinsiyet” tanımına yer vermediği gibi, Meclis Genel Kurulunda özel bir tercih olarak bu tanım, yasa metninin tümünden itinayla ayıklandı. Bir yandan toplumsal cinsiyet alanında eğitim programları öngören, bu konuya ilişkin materyalleri hazırlayan bakanlığın, bir yandan da bu ifadeye alerji duyması arasındaki çelişki, akılları karıştırır niteliktedir. Şüpheler, sadece hükümetin hangi fikrinde samimi olduğuna değil, aynı zamanda daha önceden hazırlanmış ve hali hazırda yürütülmekte olan eğitim programlarına hangi gözlükle baktığına dairdir.

Şiddet nedeniyle kurumlara başvurmuş kadınlara, bu süreçlerin hiçbir aşamasında uzlaşma önerilemeyeceğine ilişkin düzenleme bütün ısrarımıza rağmen bu yasada yer bulamadı. Bu talebimizin, uzlaşma ve arabuluculuğa ilişkin ayrı bir yasanın hazırlanmakta olduğu gerekçesiyle reddedilmesi; hükümet katındakilerin, kadınların eşleri ile barıştırılması, kız çocuklarının ailelerine teslim edilmesi girişimlerinin sonuçlarından bihaber olduğunu ve bu sonuçları pek de umursamadığını gösteriyor. Ya da en vahimi kadına yönelik şiddetin “uzlaşma ve arabuluculuk” mekanizmalarına tabi olmasının, yıllardır yürütülen bir uygulama olarak aile için bir garanti olabileceği varsayılıyor.

Şiddetle mücadele mekanizmasının en önemli araçlarından biri olan kadın sığınakları/sığınmaevleri bugün itibariyle hem sayı olarak çok yetersiz hem de sığınaklarda verilen hizmetin kalitesi yönünden tartışmalı. Şu anda devletin, yerel yönetimlerin ve bağımsız örgütlerinki de dahil olmak üzere faal sığınak sayısı 84. Bakanlığa bağlı sığınaklar ise 40 civarında. Kadın hareketinin yıllardır dile getirdiği sığınak sayısının artırılması talebi, bu yasa metninde karşılık bulmadığı gibi sıradan bir ifade olarak anılmasının bile önüne geçebilmek için özel bir çaba harcandı. Oysa bizatihi yasa hükümlerinin hayata geçebilmesi, kadınların bu yasanın korumasından rahatça yararlanabilmesi için sığınak sayısının bir yıl içinde en azından üç katına çıkarılması gerekiyor. Buna dair bir irade beyanını görmediğimiz sürece kadına yönelik şiddetle mücadele edildiğini nasıl söyleyebiliriz?

Yasada yeni bir düzenleme olarak sunulan ücreti bakanlıkça karşılanan kreş hakkının, meclis görüşmeleri sırasında iyice kısıtlanarak çalışan kadınlar için 2 ay, iş arayanlar için ise 4 ay olarak belirlenmesi bu alana ilişkin bütçenin, daha başlamadan kısıtlanmasına örnek oluşturuyor.

Aynı bütçe kısıtlamasını, şiddet önleme ve izleme merkezlerinin kuruluşunda da görüyoruz. İki yıl içinde, seçilecek illerde pilot uygulamasının başlayacağı bu merkezler için talep edilen kadro sayısı 5577 iken, meclis sürecinde Maliye Bakanlığının uyarısı ile 362’ye indirildi. Görünen o ki sadece pilot uygulama için bir kadro talebi söz konusu.

Kuşkusuz deneyimler ışığında daha kapsamlı analizler yapılacaktır ancak sürece dair birşey söyleyerek bitirmek istiyorum. Bakanlar Kurulunun, Meclise sevk ettiği yasa taslağından, çok büyük emekle yasaya yer almasını sağladığımız konuların çoğunun çıkarılmış olması nedeniyle, komisyon çalışmaları sırasında yeniden dile getireceğimiz eksik kalan unsurlardan hiç söz edemedik. Çünkü çıkarılan bu hükümlerin yeniden yasaya girmesi için çabalamak zorunda kaldık. Bu, hem yasanın yazılması aşamasındaki emeklerimizin boşa çıkarılması hem de yeni taleplerimiz için söz söyleyecek zamanımızın elimizden alınması sonucunu doğurdu. Gerçi, genel kurul görüşmelerinde CHP ve BDP’nin bu taleplerimizi içeren önergelerinin de çoğunluk partisi tarafından hiç dikkate alınmadıklarını gördüğümüz için komisyon aşamasında bunları yeniden dile getirmenin faydası olacak mıydı emin değilim.

Gülsen Ülker

Yorumlara kapalıdır.