Davanın 5.duruşması 30 Mayıs’ta Adana Ağır Ceza Mahkemesi’nde…
Kadına yönelik taciz ve tecavüzde pek alışık olmadığımız ama aslında her olayda olması gereken bir durum Adana’da yaşanmakta.
Zira hemen her gün yaşanan ve herkesin bildiği, cezaevlerinde taciz olaylarından birine, 2010 yılında Adana Karataş Kadın Kapalı Cezaevi’ndeki (hem de failin cezaevi ikinci müdürü olduğu) bir taciz olayına ilişkin olarak, 2011 yılında sanık hakkında ağır ceza mahkemesinde dava açılmış durumda.
Bu davaya konu olan olaya ilişkin, BDP Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’ın “kadınların cezaevlerinde uğradıkları cinsel taciz ve tecavüz saldırılarıyla ilgili” yazılı soru önergesine verdiği cevapta Adalet Bakanı Sadullah Ergin şöyle demişti: “Karataş Kadın Kapalı Cezaevi’nde kadın hükümlülere karşı bazı görevliler tarafından cinsel tacizde bulunulduğu yönünde isimsiz şikâyet dilekçesi verildi. İddialarla ilgili 2 infaz ve koruma memuru hakkında soruşturma yapıldı, ancak cezaya gerek olmadığına karar verildi. Bir hükümlünün, ikinci müdür tarafından taciz edildiği iddiasıyla ilgili açılan kamu davası ise sürüyor.”.
Hatırlatmak gerekirse; söz konusu olayda, 2010 yılında Adana Karataş Kadın Kapalı Cezaevi’nde adli bir suçtan tutuklu bulunan Gülcan, çay ocağında çalışırken, ikinci müdür Mehmet Ali Karakaş tarafından cinsel tacize maruz kalmıştı. Fakat davanın açılması ve ikinci müdürün yargılanmaya başlanmasına kadar, tahmin edebileceğimiz gibi epey zorlu bir süreç yaşandı. Gülcan’ın (tacize uğradığı andan itibaren yanında arkadaşları olduğu ve taciz sonrası durumunu infaz koruma memurlarının dahi gördüğü halde) şikayetçi olması, “Eğer ailene veya herhangi birine söylersen sana sabah akşam dayak atarım” sözleriyle tehdit edilerek engellenmişti. Bu tehditler, daha sonra yargılama aşamasında dinlenen ve olay sonrası Gülcan’ı gören tanıklar tarafından açıkça aktarılmış durumda. Bunun yanı sıra, olay sonrası Gülcan’ın revirde bulunduğu esnada, sanık olan ikinci müdürün “Sana mı kaldım orospu!’’ diyerek de hakarette bulunduğu tanık anlatımları ile kayıtlara geçmiş halde. Taciz ve tecavüzün özgüllüğüne, bir de devletin “koruması” altında olan cezaevinde yaşananlar eklendiğinde, kadınların şikâyetçi olmaları çok da kolay olmuyor. Çoğunlukla, önce, tehdit ve korkutma ile yaşanan taciz olaylarının üstü kapatılmaya çalışılıyor; sonra, her şeye rağmen şikâyetçi olmuşlarsa, şikâyetleri dikkate alınmıyor. Ancak bu olayda Gülcan, ablasının cezaevine ziyarete geldiğinde ona durumu anlatmış ve ablası, Gülcan’ı şikâyetçi olması konusunda cesaretlendirmişti. Ayrıca, Gülcan’ın ablası Atiye, İnsan Hakları Derneği Adana Şubesi’ne giderek kardeşinin yaşadıklarını anlatmış ve bir şikâyet dilekçesi ile Adana Savcılığı’na da başvuruda bulunmuştu. Abla Atiye, “Ben kadın olduğum için kardeşim bana her şeyi anlattı. Psikolojisi bozulmuş durumda. Bana başka tutuklu kadınların da taciz edildiğini anlattı. Oradakiler korktukları ve çekindikleri için ses çıkarmıyorlar. Biz sessiz kalmayacağız” diyerek, bir basın açıklaması ile durumu kamuoyuna duyurdu.
Pek nadir görülecek bir şekilde, Adana Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma sonucunda ise, sanık hakkında, Adana 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde “cinsel saldırı” suçundan 14 yıla kadar hapis cezası istemiyle iddianame hazırlandı ve dava açıldı; yargılanması ise, halen devam ediyor.
Biz de davayı, Adana Kadın Platformu avukatları olarak takip etmeye başladık. Bu arada görüşmelerde bulunduğumuz Adana Barosu Kadın Hakları Komisyonu da davaya katılma talebinde bulundu, ancak bu talepleri çok bildik bir gerekçe olan “suçtan doğrudan zarar gören sıfatı bulunmadığından” bahisle reddedildi.
Bu arada, yaşananların kamuoyunda duyulmasıyla başlatılan idari soruşturmanın ardından, cezaevi ikinci müdürü hakkında, -daha iyi koşullarda bulunan Osmaniye Cezaevi’ne ikinci müdür olarak atanmasını saymazsak- herhangi bir disiplin cezası(!) uygulanmadı.
Bir tacizci savunması klasiği…
Yargılama sürecinde, ikinci müdürün erkek avukatı, yine Fethiye davasında ve diğer davalarda olduğu gibi mağdurun cezaevine girmeden önce “panik atak” hastası olduğunu, “ruh sağlığının bozuk” olduğunu beyan etti. Sanık da ifadesinde inkâr yoluna gittiği için mağdurun psikolojik rahatsızlığı bulunduğundan şikâyet ettiği sonucu çıkarılmaya çalışılıyor. Bu tavır basit bir tacizci savunması klasiği… Oysa dosyada tacizin sabit olduğuna ilişkin çok çok önemli deliller var. Örneğin, daha ilk andan itibaren cay ocağında Gülcan’ın yanında bulunan arkadaşları Berivan ve Özlem, Gülcan’ın ikinci müdürün odasına çay götürdüğünü, daha sonra bir bez alarak tekrar odaya gittiğini, odadan çıktığında ise donuk bir şekilde baktığını, titrediğini, çok korktuğunu ve ağladığını söylemişlerdir. Hatta daha sonra bir kadın infaz koruma memurunun Gülcan’la ilgilendiği ve eğitim odasına götürdüğü, orada kadın öğretmenin de bulunduğu ve Gülcan’ın onlara her şeyi anlattığı hem tanıklarca söylenmiş hem de infaz koruma memurları tarafından tutulan tutanaklardan anlaşılmıştır.
Bunun yanı sıra, dosyada Adana Ekrem Tok Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi tarafından Gülcan’ın “ruh sağlığının bozulduğuna” ilişkin rapor mevcut. Bu aşamada bu raporlara ek olarak, İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan yeni bir rapor alınması gerekiyor. Bu eksiklik giderildiğinde ise dosya tamamlanmış olacak.
Davanın 5. duruşması 30 Mayıs 2012’de yapılacak.
Davada dikkat çeken en önemli nokta ise, Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıyor olmasına ve suçun sanık tarafından gerçekleştirildiğine ilişkin dosyada son derece ciddi deliller bulunmasına rağmen, ikinci müdürün davanın başından bu yana bir gün bile tutuklu kalmamış olması. Somut deliller bir yana, biz her fırsatta tecavüz ve taciz davalarında “delil aranamayacağını”, kadınının beyanının esas alınması gerektiğini vurguluyoruz. Buna rağmen sanık şu anda, Osmaniye Bölge Cezaevi’nde yine ikinci müdürlük görevini yerine getiriyor. Yani o cezaevinde bulunan her kadın için bir taciz tehdidi söz konusu.
Adana Kadın Platformu avukatları olarak, tıpkı diğer davalarda olduğu gibi, bu davada da hukuksal sürecin sonuna kadar takipçisi olacağız.
Fatoş Hacıvelioğlu