Bir Sevgililer Günü Fantezisi

anatomica-red-heartElif Can

Bugün en sevildiğimiz, çok sevildiğimiz gün! Bugün kalpli yastıkların, pelüş ayıcıkların – bazen de pelüş olmayanların –, kurutulmuş ve henüz ölmüş güllerin, simlerin, pembe ve kırmızı ambalajların, yürüyen merdivenlerine felç inmiş AVM’lerin günü!

“Acaba herhangi bir şey değişmiş midir?” diye erkenden kalkıp üç yıl önce bugün bana bahşedilen kahve makinesinden kahveler içtim kana kana. Ardından yine iki yıl önce bugün teslim aldığım tost makinesinde birkaç minik tostik yaptım kendime. Tost makinesi de kahve makinesi de kırmızı. Belli ki çok seviliyormuşum, ortada en az bir adet aşk varmış. Fakat kadir kıymet bilmemişim ve bugün elimde kala kala bu kırmızı, sıcak makineler kalmış.

Ne zaman bir şeyin tam tersini düşünsem, suratıma yapışan müstehzi gülümsemeyle banyoya yöneldim. Banyo; biliyorsunuz, ıslak ve kaygan bir yer ve bugünün ruhuna çok uygun. Fakat ağlarını örmeye başladığında bir of çekimlik durmayan kader, tam da büyük umutlarla banyoya ulaşmama ramak kalmışken geldi, zile bastı.

Kendimle hızla barışıp ihtimallere göz attım. Gelen Bıred Pit’se hiç kusura bakmasın, banyoya girerim daha iyi. Sanki içeri girip bana “ kuru tostikle olmaz, dur bir omlet yapayım” diyecek. Diyeceği ilk şeyi söylüyorum : “Oooo mis gibi kahve kokuyor, çok şanslıyım.” Evet, Bıred kahve olmasa çok yazık olurdu sana, pelüş ayın küserdi. Getirdiğin çiçekler hızla kuruyup yere dökülürse de üzerine basıp geçerdin muhtemelen. Bu yüzden, “eğer Bıred’se gelen zile basmasa artık ne güzel olur” diyerek, kesin bir kararla banyoya girdim.

Küveti çeşitli otantik yağlar, kokular ve sıcak suyla dolduramadım çünkü küvet yok. Ama bir metrekare bile olsa bir banyom ve duvarlarını duştan sonra mutlaka temiz bıraktığım bir kabinim var. Bundan daha fenası kabin yerine duş perdesi, bir de banyodan sonra olanca ıslaklığını eve saçan Bıred Pit olurdu. Nedenini bilmiyorum ama Bıred bir takım işlerin kendi kendini yapıp bitirebildiğini düşünüyor. Bu noktada kendimi -hazır banyodayken- tenzih edip, düşüncemi “Ya gelen Cani Dep’se?” şeklinde değiştirdim.

Tamam. O beraberinde biraz ilginçlik getirir; meseleye pelüşla , çiçekle girmez-mi?-Ama en nihayetinde o güzel bacaklarını benim tozunu yeni aldığım kahve masama uzatıp “bira var mı?” diye soracak bir adamdan bahsediyoruz. Bütün potansiyelini kameralara saklayıp şuradan bir kendine bir bana bira açmak için buzdolabına yürüyemeyen adama kapıyı açmamak lüks değil bence. Ve hayır, o seksi, yayvan ses tonuyla “yemekte ne var?” sorusuna da cevap vermiyorum. Bir saniye ama… Kapıyı zaten açmıyorum! Ay yaşasın sıcak su, nasıl da gevşedim…

Gevşememek gerekiyor ama, tepene çıkıyorlar sonra. Nasıl mutlu, nasıl neşeli kremlenirken ben; parmaklarını zilden çekemiyorlar mesela. Eh o kadar ısrara kapıya yanaşıyorum ben de.

“Kim o?”

“Cani Dep!”

“Evet?”

“E Cani Dep!”

 

E şimdi, bu adam kendi ismini her kapıyı açan bir parola sanıyor diye; ben ona kapıyı açmak zorunda mıyım? Ne vaat ederse etsin, ne kadar seksi olursa olsun! Onun seksiliği kapının dışında dursun. Ne demiştim? Bir metrekare bile olsa banyom var. Fakat güzelim parmağını zilden çekemiyor.

“ Evet?”

“ Bugün sevgililer günü! “

“Benim başka bir planım var ama Cani. Sıkılırsın.”

“Seninle hiçbir şeyden sıkılmam ben.”

“E iyi halıları silelim beraber gel. Parasızlıktan yıkamaya veremedim geçen yıldan beri. İki kişi halleder bu işi. Ha Cani? “

Asansöre koşarken belki bir kısmını duymuştur. Şaşırmadım elbette, aksine keyiflendim. Aşk kırmızısı kahve makinemden bir kahve daha alıp balkona yöneldim. Çünkü sevgililer günü, her yerden aşk fışkırıyordur şimdi. Bana muhtarın her yetişkin bireyi evlendirme aşkı düştü yine ama olsun, sevgililer günü bugün.

“Gızım?”

“Muhtar?”

“Edebini dakın gızım! Ne biçim diyorsun, muhtar falan? “

“ Muhtarım? “

“ Yaauu, neyse…yine ne peşindesin, adamları yığmışsın gapının önüne gızım? Gelen geçen evini soruyor. Senin gapının zilinden bütün mahalle ayağa galktı, gapıyı açmıyorsun gızım. Bu gadar adam senin gapına niye geliyor? Adamları eve almıyorsun sonra evde galıyorsun gızım.“

Gerisini dinlemeden içeri döndüm. Yapıştığı muhtarlık koltuğundan mahalleliyi fırçalamaya her kalkışında -sağ olsun- beni de es geçmediği için kendisine müteşekkirim. Evlenmeyişimi, kendi evimde değil de sanki onunkinde kalmışım gibi kendine dert eden bu iyi kalpli adamı çelişkili dünyasından ayırmanın bir yolu yok. Onu kusurlarıyla sevip bağrına basamayan ben utanmalıyım asıl. Bir de üst kattaki adam. Çünkü bakıyorum evin yolu tutulurken çiçekler alınmış. Dün gece kimse kimseyi dövmemiş, bağırmamış, hakaret etmemiş, hepsini ben uydurmuşum. Oh valla! Bu halde sevgililer gününün sıklaşmasını ve muhtarın dilinin kilitlenmesini talep ediyorum. Klasiktir, içinde “kaldığım” evin Keyt Moning’den *  gayrısına açmamaya karar verdiğim kapısı çalıyor yine. – Keyt bir sen gelmedin farkında mısın? Hani bugün sevgililerindi? –

“ İş yapmaya gelince kaçıyorsunuz, çalmayın kapımı. Lütfen.”

“Pardon?”

“Kim o?”

“Davetiye getirdim de ben. Yanlış mı geldim acaba?”

“ Ne davetiyesi?”

“Semt meydanında büyük bir kutlama olacak akşam…Eşitliği, aşkı falan kutlayacağız işte. Biliyorsunuz, sevgililer günü!”

“ Sevgililer eşit mi peki?”

“Evet, evet. Sizi aramızda özellikle görmek isteriz. Böyle eve kapanıp kaldınız. Gelip gidip rahatsız eden insanlar varmış, gelemeyecekler bir daha”

“Ama dayak yiyen ka…”

“Onlar falan hep bitti, dayak yok artık. Bitti, bitti!!!”

“Ama kadın cina…”

“Bitti diyorum hanımefendi. Bunlar yok artık. Kimse ölmüyor, kimse dövülmüyor.”

“Ama ev işleri falan?”

“Yooook yok! Bunlar hep geride kaldı. Şimdi herkes her işi büyük bir şevkle yapıyor. Hatta birbirinin elinden iş alan, ‘sen çok yoruldun otur biraz’ diyen adamlar tespit ettik.”

“ lg..”

“Onlar hep öpüşüyor şu an. İsteyenler evlendi bile. Herkes gibi yaşıyorlar.”

“Sözümü kesmezseniz muhtarı sormak isterim.”

“’Ya hep beraber, ya hiçbirimiz’ diye bağırıyordu en son.”

“Pelüş ayılar, kalpli ‘seni seviyorum’lar?”

“İsteyen alıyor tabii de, birlikte bir ağaç dikmeyi tercih ediyor tekler, çoklar. Zaten para tarih oldu gibi bir şey, takas var daha çok.”

“Bütün bunlar ne ara oldu hanımefendi? Muhtar az önce balkonun dibindeydi.”

“Duştan çıkarken ayağınız kaydığında oldu. Hadi kafanıza dikiş attırıp gidelim hemen. Siz olmadan kutlamak istemiyoruz!”

“Keyt Moning?”

“Sevgilisiyle geldi o. Ama bu ideal dünyada sizi incitmeden sevecek birini mutlaka bulacağınızı düşünüyorum. Hadi ama.”

“Eh üzerime uygun bir şey giyip geleyim bari, duştan çıktım. Her nasılsa bildiğiniz gibi.”

“Üzerinizde ne varsa onla gelin. Kimse kimseyi bakışlarıyla rahatsız etmiyor. Tacizdir, tecavüzdür tarihe karıştı.”

“Ay yemin edin!”

“Gerçekten de böyle. Hadi gidip kutlayalım şunu.“

“Başka sorularım da var ama!”

“Yolda tek tek cevaplayacağım, rahat olun.”

 

Demek “bu ideal dünyada”… Kafeini azaltmaya karar verdim.

Bu ideal dünyadaki sevgiler günümüz kutlu olsun madem, ne diyeyim? Çok çok kutlu olsun hem de!

 

 

 *http://tr.wikipedia.org/wiki/Katherine_Moennig

http://tr.wikipedia.org/wiki/The_L_Word

 

 

Yorumlara kapalıdır.