‘peitho,
aphrodite’nin
baştan çıkaran kızı,
şaşırtıyorsun
biz aşık olan ölümlüleri’*
kadınlarla ilişki yaşamaya ya da ilişkilenmeye dair tarihim, geç ergenlik denilebilecek dönemlere denk geliyordu. aslında ilişkilere ve cinselliğe dair sorgulamalara paralel de olan bir dönemdi bu. kadınlarla ve de feminizmle tanışına kadar, tek eşli heteroseksüel ilişkiler dışındaki tüm ilişki biçimleri benim dışımda ya da fantezi dünyamın içindeydiler. bunu da farketmem -ya da şöyle diyelim- kendime itiraf etmem de, ilk kez bir kadınla yakınlaşınca oldu.
erkeklerle ilişkilerimde çoğunu açık bile edemediğim –ahlakdışı- hayal dünyam dile gelmeye, onunla da kalmayıp vücut bulmaya başladı.. söylemekten çekindiklerimi yaşarken buluyordum kendimi ve de doğal geliyordu arzularım kadınlara.. elbette size morun her tonuyla bezenmiş bir cinsel ve duygusal dünya resmi de çizmeyeyim, zira bu anlatı da bir otoportre değil, hikayelendirilmiş bir hayat kesiti.. hayal dünyamın renkliliğine yaptığım vurguyu hınzırca farkedenler bu satırların da onun bir parçası olan özgürce, kurallardan bağımsız bir düşünce dünyasının süzgecinden geçtiğini çoktan bildiler bile. yani sözüm onlara değil, bildiğimiz dünyanın dışında bir gerçekliği anlattığımı düşleyenlere: bazı kahramanlar yaşanan hayattan gelirken, bazıları ise yaşanası hayatlarımızdan türetildi bu kısa güncede.
toplumsal olanın dışına çıktığımı, bir kadınla beraber olduğumu toplumsallaştırdığımda farketmeye başlayacaktım. önce eşcinselliğim sorgulanacak, daha sonra biseksüel olup olmadığım konusunda herkesin bir fikri olacak, bi-fobik sevgililerim de dahil olmak üzere çevremde seksüel yönelimlerinden ‘emin’ olanlar bana ‘işte sonunda doğru yolu buldun’ diyerek sırtımı sıvazlayacaklardı. ben ise bütün bu dışımdan gelen seslerin arasında kadın bir sevgilim varken bir erkeği de arzuladıysam bunu kendime saklayacak, aman kadın sevgilimden bir ‘erkek’ için ayrılmayacak, eşcinselliğin ‘doğru’ adımlarını takip etme zorunlulukları içinde kendimi boğulurken bulacaktım. Erkeklerle yaşamaya devam ettiğim cinselliklerde ise bir kadın olsaydı bu böyle olmazdı, böyle dokunmazdı diye kendimi sorgularken bulacak, ama sonunda zevk de aldığımı kendime itiraf etmekte zorlanacaktım. kendi cinsel yönelimimi sürekli zihni açık bir şekilde yaşamakta olduğumu nice sonra farkettiğimde acılı bir kahkahayla kendime de gülecektim elbette. tüm bunlar olurken bazen yaşadıklarımı ‘ahlaksızlığı’ eşcinsellere atfetmemeleri için hetero arkadaşlarımına anlatmaktan sakınacak, ya da ‘tabii bir kadınla berabersin, elbette farklıdır’ yorumları duymaktan bunalacaktım. tabii bir de eşcinsel kadınlarla daha çok yan yana olmak isteyecek, beni daha çok anlayacaklarını düşünme yanılsamasına düşerken kendimi bulacak ve hem hetero hem de eşcinselliğe atfedilmiş sterotipik yargıların birçoğunu nasıl da benimsediğimi görüp kendimden uzaklaşıp aseksüel vakitlerde düşüncelere dalacaktım.
tüm bu sorgulamalarıma bir de çokeşliliğe ve imkanlarına inancım da eklenince hayatımın her alanı mücadeleye döndü. çoğun beraber olduklarımın bana ‘güvenmemesi-her an başkasına gidecek olmam’, bilinen anlamda yani tekeşlilik tanımı içinde ‘sevgililik’ ilişkisi yaşamayacağımı söyleyince bunun dışında bir ilişkinin imkansızlığından dem vurarak ‘güvenli’ sulara açılanlar, her hareketimi flörtöz bir imaya çekenler ve takibince kıskançlık sanrılarına tutulanlar, bunlardan sadece bazıları olarak belleğime oturup, yerleştiler. tek eşli ve heteroseksüel bir ilişkinin benim için imkansızlığı neredeyse kimseyle uzun soluklu ilişkiler yaşamama olanak tanımaz olmuştu. her ilişkim bir noktada ‘peki ne olacağız biz’ sorusuyla sarsıldı.. kendime sürekli inandığım, hissettiğim ilişki biçimlerinin imkanlarının olduğunu hatırlatsam da karşımda heteronormatif dünyanın kalıpları dikilip durdu. bu kadar mı toplumun dışındaydı istediklerim? oysa bildiğim nice gizli eşcinsellik ve nice gizli çokeşlilik hikayesi vardı.. ve bu hikayelerin kahramanları da paravan tek eşli hetero ya da eşcinsel ilişkilerinin ardına gizliydiler. ben biliyorsam herkes de biliyordu bu ilişkileri ama anladım ki ben oyunu bozmak, yüzyıllardır yazılmış bir oyunun dışına çıkmak istiyordum. ve niceleri de mutluydu paravan hayatlarında. eminim haksızlık ettiğimi, emekle kurulmuş, sevgiyle örülmüş ilişkileri yok saydığımı söyleyenleriniz var şimdi okurken.. olsun varsın.. haksızlık ettiklerim de beni affediversin..
peki ne mi yaptım? herşeye ragmen hala oyunun dışında kaldım ve ne hissettiysem onun peşinden gittim. kendim olmayan bir beni sevemedim. ne zaman kendimi oyuna dahil edilir hissetsem kendimle yeniden yeniden yüzleştim, ve hala yüzleşiyorum. zira yollar patriyarkanın ve heteronormativitenin gülleriyle bezeli.. gülleri budaya budaya ilerlemekten başkaca bir yol yok.. umut önümüzdeki gülleri budanmış dikenli cennet bahçesinde gizlidir belki..
*sappho