Dilek
hiç bir ziyareti kaçırmıyoruz, ziyaret yasağı olduğu zaman bile mutlaka gidiyoruz, kantine sipariş veriyoruz, asker içeriye iletiyor, kapıda olduğumuzu belli ediyoruz. mutlaka haftada bir gün düzenli mektup yazıyorum, görüş süresi yetmiyor dışarıyı anlatmaya.
gülecek bir sürü şey buluyoruz filiz’le sokakta, cezaevi kapısında. mektuplarımda aktarmaya çalışıyorum, onlar da gülsün diye. filiz mektuplarımı çok beğeniyor, ne güzel yazıyorsun, hep yazsana diyor. yazıyorum ben de üç yıl hiç aksatmadan. sonra aralıklı yazmaya başlıyorum. bu arada kapıdan tanıdığımız gazeteci bir arkadaş diğer bir arkadaşla röportaj yapıyor ve konu içeriyi de dışarıyı da tedirgin ediyor. “rağmen ilişki” anlatılıyor röportajda: arkadaş kocasına çok aşık fakat bir sevgilisi oluyor ve bunu kocasına anlatıyor, kıyamet falan kopmuyor, sakin ve etrafa taşmayan ilişkileri devam ediyor. kocasıyla. allak bullak olan, ya bizimde başımıza gelirse diye düşünen diğer tutuklular oluyor. herkes birdenbire karısına daha ilgili ve sevecen davranıyor, ben de nasibimi alıyorum, ileride yaşanacak güzel günler masalı dinlemek iyi geliyor bana da. o arada sağ elime taktığım gümüş yüzüğün, mektupların seyrelmesiyle ile birlikte, tahliye oluncaya kadar onu çok tedirgin ettiğini sonradan öğreniyorum. taşımakta zorlandığım hayatı ona kısmen aktarıyorum moralini bozmamak için. adanmışlık hali hepimizi esir almış, onlar için varız noktasına gelmişiz. feminizm tartışmaları başlıyor, anlamaya, katılmaya çalışıyoruz, yerimizden hiç kıpırdamadan. dayağa karşı yürüyüşe katılıyoruz heyecanla. tartışmalar hızlanıyor, tahliye olmuş erkekler feministlerin salon toplantılarını kaçırmıyorlar provoke etmek için. feminizm, sınıfa, sosyalizme, ona, buna her şeye ihanet eden burjuva ideolojisi diyorlar. iktidarlarının sallanmasına hiç tahammülleri yok. içeridekiler temkinli tepki veriyorlar ipleri koparmamak için. bir süre sonra tahliye oluyor.
falanca bir konuyu konuşuyoruz, yaşlandığımızda … diye devam ediyorum. insanın aynı kişiyle uzun yıllar yaşayıp yaşlanmasını düşünmek ne boğucu diyor. inanamıyorum, devam ediyor, şaka yapmıyor. tahliyeden sonra özenle sakladığım bir torba mektubu getiriyorum, burada söylediklerin yalan mıydı diyorum. ee onlar hapishane koşullarında düşünülen şeylerdi diyor. torbadaki bütün mektupları ortaya döküyorum ve hepsini tek tek küçük parçalara ayırıyorum. o parçalarda yaşadıklarımı görüyorum, sanki kendimi parçalara ayırıyorum. artık hapishane koşulları kalmadığına göre boğulmayalım diyorum. bu sefer o inanamıyor. ilk defa ağladığını görüyorum.
feminizm kadını özgürleştirir deniyor, erkekler buradan hareketle feminizmi değil ama onun özgürlüğünü seviyorlar kısa sürede. artık feminizmin kendilerini özgürleştirmesi için kurumları tartışıyorlar, evlilik ve çocuk sahibi olmanın önlerine ne büyük engeller çıkardığını anlatmaya, teorisini yapmaya başlıyorlar yeniden. teorilerini sundukları kadınlar onların evlerinde ne yaşadıklarını bilmiyorlar, kimse özel alanda yaşananların hesabını sormuyor. yıllarca hapis yatan siyasi erkekler çok şey hak ettiklerini düşünüyorlar ve itibar görüyorlar. kapılarda yıllarca kocalarını, sevgililerini beklemiş, yıpranmış, çilekeş kadınlar artık onları bunaltıyor, hayatın aslında güzel olduğunu birdenbire fark ediyorlar… kimi ani geçiş yapıyor, peş peşe sevgili buluyor, kimi yol arıyor çekinerek, kimi gizliliği çok önemseyerek yaşıyor keşfettikleri güzellikleri. ama kurulu düzenlerini korumayı da ihmal etmiyorlar. feminizmin her birimizin üzerindeki etkisi farklı oluyor. ve o dönemde canı yanan birçok kadın durumdan feminizmi sorumlu tutuyor bugün bile. çünkü feministler” konu” olarak evdeki kadınları “muhatap” olarak da o kadınların kocalarını alıyorlar.
kurulan birliklerde ve partilerde artık feministlerin yeri hazır oluyor, siz olmazsanız olmaz deniyor onlara. feministler de “mücadele her yerde olur” diyerek katılıyorlar. sonra o karma örgütlerde genelin çıkarları söz konusu olduğundan feministlerin öncelikleri mecburen değişiyor, bir süre sonra, “evdeki kadınlar”ın ardından, sıra feministlerin düş kırıklığı yaşamasına geliyor. erkeğin kaptan olduğu gemide dümen ne yana kırılırsa o yöne gitmeyi kabul etmek zorunda kalıyorlar. çok acılar yaşanıyor, çok bedel ödeniyor. bugün geriye bakıldığında feministlerin kendi ayakları üzerinde ve sağlam durmaları için bu bedelleri ödemesi gerekiyordu belki de.
Bu yazı Feminist Politika’nın 2. sayısında yayınlanmıştır.