Tuğba Özay Baki
Değişik nedenlerle son yıllarda İspanya’ya sık gider oldum. Ülkenin 17 eyaletinin farklı tarihi dokusu, güneş, deniz ve deniz ürünleri , tapas, paella gibi yöresel yemekleri, üzüm bağları ve şaraplarının yanı sıra Flâmenko dansı, müziği ve boğa güreşleri ile turizm sektörünün bol kazançlı kapısı olmayı sürdürüyor. Şiddet ve vahşet üzerine kurulu aktivitelerin eğlence ve/veya spor olarak sunumu ve bunların üzerinden kazanç sağlanmasına karşı olduğum için boks maçı, boğa güreşi gibi gösterileri izleme önerilerini sürekli geri çevirdiğimden artık teklif de edilmiyordu.
Geçtiğimiz günlerde yine İspanya’da Endülüs Bölgesi’nde Marbella yakınlarında küçük bir sahil kasabasında konakladık. İspanyol arkadaşlar bulunduğumuz yere yaklaşık 30 km uzaklıkta ve dağların tepesine kurulu Mijas şehrinin oldukça eski tarihiyle ve 1900 yılında inşa edilmiş ( plazas de toros) boğa güreşi arenasıyla turistlerin en fazla rağbet ettikleri yer olduğunu söylediler. Oralara kadar gitmişken birkaç saat ayırıp şehri gezme önerisine hayır diyemedik. Tesadüfen tarihi arenada aynı gün akşamında Flâmenko ve Boğa Güreşi gösterisi de varmış.
Flâmenko gösterisini izledikten sonra, boğa güreşi başlamadan arenadan çıkıp, dışarıdaki kafede onları bekleme şartım kabul görünce biletler alındı. Ancak sohbet ilerlediğinde ise soyluların başlattıkları bu eğlencenin, Dominique Lapierre’in ” Yasımı Tutacaksın” da anlattığı efsane matador Elcordobes (Manuel Benistes )’den sonra ezilenlerin, yoksulların sporu, gösterisi haline geldiğinden bahsettiler. Matadorların en çok yoksul kesimden çıktığını ve onlara (bir yönüyle de) Faşist General Franco’nun zulmüne karşı duruşu ifade ettiğini ve o dönemde gösterilerde öldürülen boğaların etlerinin yoksul kesimlere dağıtıldığını, şimdilerde ise mezbahaya gönderilerek işlendikten sonra hayvansal gıda olarak satıldığından bahsedip, gösterileri baştan sona izlemeye ikna ettiler.
Flâmenko dansçıları gerçekten mükemmeldi. Ve ardından torero ( gösteri ekibinin tümü) bando eşliğinde sahaya girmeye başladı. Bande-rillero’lâT ve picador denilen yardımcıları eşliğinde iki genç adam ve bir genç kadından oluşan matadorlar tribünleri selamlarken hemen yanımda oturan – çoğunluğu Alman ve sarhoş olan- turist grubu ıslık, çığlık eşliğinde hararetli hararetli alkışlıyorlardı. Ardından İrlandalı olduklarını sonradan öğrendiğim arkadaşlarıyla matadorlardan birinin gay olduğunu, gay matadorun boğa ile mücadelesinin eğlenceli olabileceğini konuşmaya başladılar.
İlk erkek matador gösterisini yaptı ve kazandı. Kendimi zorlamama rağmen baştan sona izlemeye dayanamadığım için, sık sık ya gözlerimi kapadım ya da arkama döndüm. Bu nedenle boğa güreşinin teknik ayrıntılarını yazmaya da elim varmıyor.
İkinci sırada genç kadın matador arenaya çıktı. Boğaya öldürücü darbeyi vurma aşamasına kadar kadın matadoru dikkatle izledim. Bir önceki erkek matadordan daha farklı bir şeyler yapmadı. Bana göre, Ortaçağdan beri sadece erkeklerin yapabileceği iddia edilen bu gösterinin de, diğer spor dalları gibi teknik kurallarının cinsiyetsiz olduğunu, öğrenme isteği (ve belki yeteneği olan ) her cinsten insanın boğa güreşi yapabileceğini anlatıyordu kadın matador. Boğayı yendi, selamını verdi ve alkışını alarak son matadora bıraktı arenayı.
Son matador arenaya çıktığında, ilk iki matadora oranla müthiş bir tezahürat başladı. Öyle ki, boğayı sahaya salıvermek için öncekilere göre daha uzun bir süre tezahüratın hafiflemesi beklendi. İşte tam da o esnalarda yanımdaki almanlar iki de bir bize dönüp, alaylı ve aşağılayıcı tavırlarla gay matadora iyi bakalım, gay matadora el sallayalım, öpücük verelim, boğanın boynuzları gay matadoru mutlu ederse boğayı öldürmeyebilir zırvalıklarında ısrar edince, ilk aklıma gelen İngilizce küfürü bağırdım suratlarına. Kısa bir şaşkınlıktan sonra yüzüme alaycı alaycı baktılar ama seslerini de kestiler.
Sonuncu matador en güzel gösteriyi yaptı. Diğerleri gibi öldürme aşamasını izlemedim. Ama , o aşamaya gelene kadar boğayla dans ettiler adeta .
Gösterilerin bitiminde her üçü ile de tanışıp sohbet etme şansım oldu. Genç kadın yaptıkları işin spor olduğunu, İspanyolların kadın matadorları zorlanmadan benimsediklerini ve yaptığı işi sadece eğlenceli adrenalin yükselten bir uğraşı değil bir meslek olarak seçtiğini ve profesyonel olduğunu söyledi. Sonuncu matadorla konuşurken gerek anlatım tarzı gerek beden dili eşcinsel olduğu hakkında güçlü ipuçları veriyordu. Bize işini teknik ayrıntıları hakkında konuşurken arkalardan birinin ona gay diye seslenmesi üzerine; evet ben İspanya’daki en iyi gay matadorum diye bağırdı. Sinirlendiğini sandım ve boş ver Homofobi hastasını, dedim. Sinirlenmediğini, böyle insanları ilkel gördüğünü ve onlara acıdığını söyledi. Kadın arkadaşıyla yaptığımız sohbete gönderme yaparak, kadın matadorların değil ama eşcinsel matadorların kabul görmede sıkıntılı olduklarından bahsetti.
Gösteriye girerken aklımda boğaların öldürülmelerine nasıl tahammül edeceğim, sonrasında izlediklerim yüzünden vicdanımla nasıl hesaplaşacağım vardı. Her ne kadar öldürülme aşamalarını izle(ye)mesem de o üç sevimli boğa aklımdan çıkmış değil.
Ancak, yaşamımda izlediğim ilk (ve büyük olasılıkla son olacak olan) boğa güreşi gösterisinden öncelikle bende kalanın, homofobinin insanları nasıl itici, sevimsiz ve iğrenç hale getirdiği olacağını da hiç düşünmemiştim.