Bu yazı Roboski Katliamı’nın birinci yılında destek ve dayanışma için Uludere’ye giden feministlerden bir grup kadının ortak yazısı olarak kaleme alındı. Murad edilen görmeye, hissetmeye, konuşmaya ve farklı deneyimlere dair çok açılı bir bütün verebilmek.
Bir yıl sonra dayanışmak için yeniden düştük Roboski yollarına… Geçen zaman zarfında jandarma, polis ve özel tim aramalarında hiçbir şey değişmemiş. Hep aynı sorular; nereden geliyorsunuz, nereye gidiyorsunuz, hangi kurum?
10 arama noktasında kimlik kontrolü yapıldı. 6. arama noktasında ise “görüyorsunuz araçta kadınlar var, anmaya gidiyoruz” sözlerine, “kadın erkek eşitliği var” yanıtını alıyoruz rütbeli bir askerden. Bir nevi ayrıcalık beklemeyin uyarısı. Zaten de beklemediğimiz bir eşitlik vurgusu.
Başka bir noktada ise “Diyarbakır Mor Çatı değil mi?” diye soruyor bir polis. Eee kadınsan feministsen ne yapsan Mor Çatı.
Aramalardan dolayı geç ulaşıyoruz köye. Ağıtlar, ağlayanlar, acıyı paylaşanlarla dolu koca bir dayanışma meydanı olmuş köyün girişi. 34 kişi için anmalar köyün kabristanında. Vardığınızda oraya, üzeri plastik çiçeklerle kaplı mezarlar karşılıyor sizi. Belki ölenlere duyulan sevginin yarım kalmışlığı; onu tamamlama ya da dışa vurma isteği… Belki de bir gelenek… Ya da adalet yerini buluncaya kadar her şeyin plastik görüneceğine dair bir mesaj. Ya da katliamın adaletsizliğine kafa tutmak… Olasılıklara paralel zihinlerden geçen “yapma çiçekleri küçümsemeyeceksin, çok güzel göründüğü zamanlarda olabiliyormuş” düşüncesi…
Bu renk cümbüşünün tam tezadı siyaha bürünmüş Roboskili kadınlar, aradan bir yıl geçmesine rağmen matemlerini sürdürüyordu. Sahi ağıt yakmak neden hep kadınlara düşer? Bazıları kültürel dese de kadınlığın öğrenilmiş hikâyesi değil miydi bu?
Anma sonrasında, bizi evine davet eden 13 yaşındaki Nursel’in ailesi sarılarak ve sofralar kurarak karşıladığında bizi, televizyon açıktı. Türk kanallarında Roboski haberleri dönüyordu. Unutturmamak için çekilmiş klipler, hazırlanan VTR’ler, dramatik bir müzik eşliğinde verilen fotoğraflar… Hak arayışı içinde olan insanların sanırım ihtiyaçları olan son şey Roboski’de yaşanan olaya “içlenecek” insanların varlığı… O akşamki televizyon programlarının, o evdeki havada asılı kalan, boşluğu hatırlatan varlığı kaldı aklımızda. Ölülerin ardından adalet arayışında olma gerçekliğinin keskin çıplaklığı karşısında, dile getirilen “acı hikayeleri” altı çizilmiş bir öteki yaratma derdinin nüveleri. O kadar uzakta, o kadar “bura”dan farklı, o kadar öteki, o kadar Kürt ki, 34 kişinin devlet tarafından bombalanarak katledilmesini anlatabilmek için fonda o müziğe ihtiyaç duyuyorlardı.
Başka bir evde ise, 25 yaşındaki kızı Nergis, sohbet ederken Kürt sorunu denen şeyin, hiçbir politik cümleye ihtiyaç duyulmadan ne demek olduğunu anlatıyordu: “Hala uykumdan silah sesleriyle uyanıyorum.”… Ateş altında büyüyen bir genç kadının ısrarla barış demesine karşı, bunları hiç yaşamayanların “canlarına okuyalım” demesi ne büyük bir uçurum.
Oraya gelenlere hissettirilen “yalnız bırakmadınız” duygusu evlerin ortak paydası. Kalın, gitmeyin sesleri kulağımızda… Katliam fotoğraflarındaki çocuklardan birinin ayağındaki kara lastik, bir kadını Trabzon’a, çocukluğuna götürmüştü. Hatırlamıştı o kara lastiklerin “asla sıcak tutmadığını , ayakları dondurduğunu”.
Çocuklarla konuşmak, her şeyi anladıklarını görmek en sarsıcı olanı…Biri “köye girmenize jandarma izin verdi mi peki abla?” diye soruyor. Henüz 9 yaşında, “haberlerde çıkan katır benim abimindi, hani ölenin kim olduğunu öyle anladılar ya” diye anlatıyor. Orada oluşan kültürel belleğin taşıyıcısı olan çocuklar…
Gülyazı köyünde, göğe bakmak için başını kaldırdığında görüş açına ya mezarların olduğu dağın eteği ya da kaçağa gidilen yolun ilerlediği tepelik giriyor. Çocukların hafızalarına binen yükün hafiflemesi nasıl mümkün sorusuyla döndük buralara.
Kısacası boğazımızda koca bir düğüm kaldı geriye bir türlü çözülemeyen. Bir de köy meydanında ısınmak için yakılan ateşe topladığı odunları durmadan atan çocuğun, “ o kadar odun atmana gerek yok, az az at odunları” uyarılarına verdiği yanıt: “Siz Batılılar odunun değerini biliyorsunuz ama ateşin kıymetini hiç bilmiyorsunuz!”