Posts Tagged ‘kadıncinayetleri’

Dayak, Aşağılama, Tecavüz ‘Haksız Tahrik’tir!

Fatoş Hacıvelioğlu

Sevişmeye “hayır” demenin neresi haksız tahriktir? Çantada doğum kontrol hapı bulunmasının neresi haksız tahriktir? Çok sık banyo yapmanın neresi haksız tahriktir? Oysa dayak yemek haksız tahriktir, tecavüze uğramak haksız tahriktir, aşağılanmak, işkence görmek haksız tahriktir.

Erkek egemen yargı sistemi “kot pantolon giydi”, “sevişmeyi reddetti”, “cilveli biçimde saat sordu”, “piercing takıyor”, “beyaz tayt giydi”, “çantasında doğum kontrol hapları gördüm gibi gerekçeleri, erkekleri tahrik eden davranışlar olarak değerlendirip, nerede ise erkeğe “mağdur” muamelesi yapıyor. Bu davranışların hiçbirisi hukuken haksız bir fiili teşkil etmediği halde, ataerkil değerlere yaslanan bir mantıkla bu tür davranışlar kanun uygulayıcılar tarafından “haksız tahrik” olarak değerlendiriyor. Oysa kanunda belirtilen haksız tahrik için şart olan  “haksız fiil”, hukuki anlamda gerçek bir haksız fiil olmalıdır. Yoksa kadının “namus”u ve kadını kendi malı gibi gören erkek zihniyetinin uydurduğu saçma ve akıldışı gerekçelerin kendisi bir haksız fiil olarak değerlendirilemez.

Sevişmeye “hayır” demenin neresi haksız tahriktir? Çantada doğum kontrol hapı bulunmasının neresi haksız tahriktir? Çok sık banyo yapmanın neresi haksız tahriktir? Oysa dayak yemek haksız tahriktir, tecavüze uğramak haksız tahriktir, aşağılanmak, işkence görmek haksız tahriktir. Hatta bundan da öte, çoğu vakada bu davranışlar karşısında gösterilen tepkiler meşru müdafaadır

Haksız tahrik konusunda erkeklere oldukça cömert davranan mahkemeler, söz konusu olan dayak yiyip, ölümle tehdit edilip, tecavüz edilip ve nihayet ölmemek için saldırganını (koca, baba vs.) öldüren kadınlar olduğunda “haksız tahrik” maddesini uygulamamak için ellerinden geleni yapıyor.

“Hakikat Anı”: Ya kurban olacaksın ya da “katil”  

Size aktaracağım birinci olay, tam da mahkemelerin bu “cimriliği”ne en uç örnek olacak kararın ardındaki bir hikaye, Rabia’nın hikayesi. Rabia Aksın, önce gönüllü avukatı, sonra bundan da öte arkadaşı olduğum, varlığından güç aldığım, kendi ezilmişliğiyle kadın bilincine sahip olan bir kadın. Rabia’nın yaşamındaki korkunç olaylar, 13 yaşında iken Adana’da okuduğu okuldan kaçırılması ve tecavüze uğramasıyla başlıyor. Rabia’nın annesi bu olay üzerine kendini asarak hayatına son veriyor. Bu arada Rabia babası tarafından sürekli dövülüyor ve tecavüzcüsü ile evlenmeye zorlanıyor. Yediği dayaklara dayanamayan Rabia sonunda tecavüzcüsüyle evleniyor. Evlendiği ilk günden itibaren kocası-tecavüzcüsü tarafından sürekli işkenceye tabi tutuluyor. Demir çubuklarla dövülen, ayağı kırılan, vücuduna çatal batırılan, çırılçıplak soyulan, kafasına silah dayanarak intihar mektupları yazdırılan ve sürekli sokağa atılmakla tehdit edilen Rabia, bütün bu hengâme içinde iki çocuk sahibi olarak, yaşama bir şekilde tutunmaya çalışıyor.

Rabia, 13 yıl süren evliliğinde iki defa boşanma davası açıyor, fakat tehditler nedeniyle vazgeçiyor. Bu arada dayaktan ve işkenceden bunaldığı bir gün, adını nereden duyduğunu bile hatırlamadığı Mor Çatı Kadın Sığınma Evi’ne gitmek üzere çocuklarını da yanına alarak evden kaçıyor. Ancak bu yolculuk bilgisizlikten ve parasızlıktan dolayı sadece bir gün sürüyor.  Olay gününden yalnızca birkaç gün önce, yine çok kötü bir biçimde dayak yedikten sonra iki çocuğunu da alarak babasının evine gidiyor ve boşanma davası açıyor. Bu günlerde koca sürekli evi arayarak ölümle tehdit ediyor. Ve nihayet koca olay günü de, gündüz vakti Rabia’nın babasının evine evde kimse yokken gizlice giriyor ve Rabia’yı öldüresiye dövmeye başlıyor. Artık canına tak eden Rabia da  “hakikat anı”nda, kurban olmamak için silahı alıp kocasını öldürüyor ve “katil” oluyor.

Kadın hukukçular olarak, olayda öncelikle “meşru müdafaa” nedeniyle Rabia’nın beraat etmesi gerektiğini, olmadığı taktirde, olay öncesinde Rabia tarafından açılan darp davaları, raporları ve tanıklar göz önüne alınıp “ağır tahrik” indirimi yapılması gerektiğini belirttik. Bütün uğraşlarımıza rağmen Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, yaşananların, sanık lehine “hafif haksız tahrik” olarak değerlendirilmesi gerektiğini, öldürmeyi gerektirecek “ağır tahrik” boyutuna ulaşmadığını belirterek, önce ömür boyu, sonra da indirim yaparak 24 yıllık bir ceza verdi. Mücadelemize devam ettik ve dosya Yargıtay’da üç kez bozuldu. En sonunda ceza 19 yıla inebildi. Rabia, cezaevinde kadınlara okuma -yazma öğretmeye çalışıyor, tiyatro oyunları yazıyor, tiyatro oyunlarında yer alıyor, resim yapıyor ve dört gözle cezaevinden çıkıp kadınlarla “özgürce” dayanışacağı günleri bekliyor.

İkinci hikâyemiz ise, “meşru müdafaa”nın uygulanamadığı hallerde bütün mahkemelere örnek olarak sunduğumuz, “haksız tahrik” düzenlemesinin ruhuna uygun nitelikli bir kararın ardındaki hikâye.

Ülkü,  60 yaşında bir öğretmen. 22 yaşındayken, kendisi gibi öğretmen olan Özdemir Bey ile evlendi ve 3 çocuğu oldu. Okulda,  dışarıdaki insanlara, komşulara karşı hep kibar olan kocası, Ülkü’ye ev içinde hep kaba bir davranıyor, sürekli küçümsüyor, özellikle mesleğindeki başarılı faaliyetlerini kıskanıyordu. Bir süre sonra bu kaba davranış yerini hakarete,  tehdide varan bir tavra ve daha sonrada fiziksel şiddete bırakacaktı. 36 yaşında erken menopoza giren Ülkü, menopoz nedeni ile cinsel ilişkiden rahatsız olduğu için eşinin başka kadınlarla birlikte olmasına ses çıkarmıyor, hatta belki kendisini daha az rahatsız eder umuduyla bunu teşvik ediyordu.

Ne yazık ki bu “anlayış ve teşvikler” dahi tecavüzleri önleyemeyecekti. Bulaşıcı hepatit teşhisi konulan koca Ülkü’yü sürekli olarak hastalığını bulaştırmakla tehdit edecekti. Olay gecesi ise, yine aynı şekilde kendisine tecavüz etmeye kalkan kocasına Ülkü bu sefer sert bir biçimde karşı koyunca, kocası bıçakla saldırır. Ülkü göğsüne bir bıçak darbesi yedikten ve bir süre boğuştuktan sonra bıçağı kocasının elinden almayı başarır ve “hakikat anı” gelir. Ya  “kurban” olacaktır, ya da “katil”! Ülkü, kendini kaybederek bıçaklar, bıçaklar, bıçaklar, ta ki tecavüzcü “kocası” 17 darbeyle ölene kadar. Yıllarca süren bu kabus dolu olayları kimseyle paylaşmayan Ülkü’nün “melek gibi adamı” neden öldürdüğünü hiç kimse anlayamamıştır! Soru şudur: hangisi vahşidir? 17 bıçak darbesi mi, yıllarca süren tecavüz ve fiziksel/psikolojik işkence mi?

Yapılan yargılamada mahkeme, eşine az rastlanır biçimde bu soruya doğru yanıtı verdi;  yine “meşru müdafaa” kurgusundan başlayan savunmamızın bir aşamasında, talebimiz üzerine “ağır tahrik” indirimini uygulayarak Ülkü’nün 30 sene olan cezasını 12 seneye indirdi. İşte daha sonra Yargıtay’ın da onadığı bu örnek karar, “ağır tahrik”in doğru yerde uygulanmış olması açısından son derece değerli bir örnektir. Zira Ülkü’nün yaşadığı olayda haksız tahrikin birinci koşulu olan gerçekten haksız bir fiilin varlığı, hatta birden fazla haksız fiilin, yani somut olayda  “dayak”, “tehdit” ve “tecavüz”’ün varlığı mevcuttur.

isimsiz2

İngiltere örneği…

Tam da bu konuya ilişkin olarak, İngiltere’de hazırlanan yeni ceza yasası tasarısı ile, yıllarca şiddet gördükleri kocalarını öldüren kadınların cezalarında “haksız tahrik” nedeniyle indirime gidilmesi yönünde kolaylık sağlanması hedefleniyor. Yeni yasa tasarısı ile erkeğin lehine olan ve cezai indirime yol açan kıskançlık temelindeki “haksız tahrik” unsurunun kaldırılması hedefleniyor. (Görüldüğü gibi erkek şiddet  “bahaneleri” ülke farkı dinlemiyor!) Yani bu düzenlemeyle, eşini öldüren bir erkek, eşi kendisine sadık olmadığı için bu cinayeti işlediğini iddia ettiğinde,  artık cezai indirim alamayacak. Bunun yanı sıra, aile içi şiddete maruz kalarak cinayet işleyen kadınlara ek savunma olanakları getiriliyor ve yıllarca şiddete maruz kalan kadınların, bu temelde savunma yapmasına olanak tanınıyor.

Kadınlar bütün “tahrik”lere rağmen daha az suç işliyor

Türkiye’de Cezaevine giren hükümlülerin yüzde 96.7’sini erkekler, yüzde 3.3’ünü ise kadınlar oluşturuyor. Cinayet suçu işleyen kadınların yüzde 38 gibi büyük bir çoğunluğunun eşlerini maruz kaldıkları şiddet nedeniyle öldürdükleri biliniyor. Bunu sırasıyla baba, akraba bir erkek veya saldırgan başka bir erkek takip ediyor. Kadın mahkûmlarla yapılan bir araştırmada, suçun çok büyük çoğunlukla, kötü muamele gören ya da dayak yiyen kadınlarda aniden şiddetli bir tepki sonucu ortaya çıktığı ve bu tür cinayetlerde, öldürücü bir silah ya da fiziksel güç kullanarak ilk saldıranın, kurbanın kendisi olduğu saptanmış. Kadınlar çoğunlukla kendilerini korumak amacıyla bu suçu işliyorlar. Yani aslında bu “cinayet”lerin çoğu “haksız tahrik” hükümlerinin değil, “meşru müdafaa” hükümlerinin uygulanmasını gerektiren vakalar.

Rabia ve Ülkü, öldürülmenin sınırına gelip kendini ancak saldırganını (kocasını) öldürerek kurtarabilen “şanslı” sayılabilecek kadınlardan ikisi. Çünkü her ikisinin de yaşadıkları, haksız tahrikin gerçekten hukuken uygulanabileceği olaylardır. Yani onlar yaşadıkları sistematik şiddetin sonucu “katil” olmuşlardır.  “Namusumu temizledim” sözcüğünün kendisi bile  “haksız tahrik” olurken, dayak, aşağılama, tecavüzün haksız tahrik olarak değerlendirilmesi daha zaman alacağa benziyor.