Posts Tagged ‘Diyarbakır’

Lice’de İki Canın Katledilmesi ve Dağdaki Çocukları Gözleyen Anneler

10450439_635787899840722_2697159934054147893_n

Tuğba-Ruşen-Filiz

Barış için Kadın Girişimi’nden kadınlar olarak dağdaki çocuklarının geri gelmesi için Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde 20 Mayıs’tan beri oturma eylemi yapan annelerle görüşmek üzere 8 Haziran’da Diyarbakır’a gitmeye karar verdik. Fakat biz yola çıkmadan önce, 7 Haziran günü Lice’de kalekol yapımını protesto eden halkın üzerine askerin açtığı ateş sonucu Ramazan Baran (26) ve Hacı Baki Akdemir (46)’in hayatını kaybettiği ve biri ağır olmak üzere pek çok yaralının olduğu haberi geldi. Biz de 8 Haziran Pazar gününü Lice’de olanları yakından gözlemlemek ve halkla dayanışmak üzere Lice’de geçirmeye ve Pazartesi gününü eylem yapan aileler ve yetkililerle görüşmek üzere Diyarbakır’da geçirmeye karar verdik.

Lice’ye doğru yola çıkmadan önce Diyarbakır’da defnedilen Ramazan Baran’ın cenaze yürüyüşüne katıldık. Yürüyüş halkın yoğun katılımıyla yapıldı. Ramazan Baran, “kî zava, kî zava” sesleriyle toprağa verildi. Bu slogan bir taraftan Ramazan’ın damat olacak yaştayken öldürülmüş olmasının acısını ortaya koyarken diğer yandan da halkın yılmadığının ve direnişin devam ettiğinin/edeceğinin de sembolü olarak okunabilir. Ramazan Baran’ın Diyarbakır’da kendine bir cay ocagi acmak uzere olduğunu, hafta sonlari Lice’ye direnişe destek vermek için gittiğini öğrendik yakınlarından. Lice’nin Biryas Köyü’nde yalnız yaşayan Baki Akdemir’in cenazesi ise köyünde defnedildi.

Cenazeden sonra DÖKH’ün ayarladığı minibüsle DÖKH’ten Elif’in mihmandarlığında Lice’ye gitmek üzere yola çıktık. Diyarbakır-Lice yolu özel tim tarafından kapatılmış olduğundan Lice’ye Hazro yolundan gittik ve fakat burada da yol kapalıydı ve askerlerin eskortluğu olmadan yola devam edemeyeceğimiz söylendi. Aksi takdirde güvenliğimizden emin olunamayacağı söylendi. Güvensizliği yaratanın askerlerin oradaki varlığının olduğu gerçeğini ise bizi korumak isteyen “askerlerimiz” nedense bilmiyorlardı! Nihayetinde güvenliği başka bir şekilde sağladıklarını söyleyip eskortsuz gitmemize izin verdiler.

Ramazan Baran ve Hacı Baki Akdemir’in çapraz ateşle öldürüldüğü, pek çok insanın yaralandığı yere; Biryas (Yukarı Çalıkbükü) Köyü yakınına gittik. Halkın büyük kısmı burada toplanmıştı; Hacı Baki Akdemir’in taziyesi için gelenler burada kabul ediliyordu ve halk gece çadır kurup orada kalmayı planlıyordu. Biryas Köyü’nde Lice Belediye Başkanı Rezan Zoğuroğlu, Milletvekili Nursel Aydoğan, direnişe destek olmak için gelen Diyarbakır Barış Anneleri, BDP yöneticileri, Hacı Baki Akdemir’in kızkardeşi ve Lice halkıyla görüştük ve Jinha haber ajansına gözlemlerimizi anlattık. Oradakilerden Lice ilçe merkezinde hayatın durduğunu, yaşlılar ve engelliler dışında herkesin protestoların olduğu bölgelerde olduklarını öğrendik.

Biryas’tan sonra kalekol inşaatının bulunduğu ve 15 gündür halkın çadırlarda nöbet tuttuğu Korxa (Abalı) Köyü yakınındaki mevkiye geldik. Burada bizi “hoş geldiniz, başımızın üstüne geldiniz, ama geç geldiniz” diyerek karşıladılar. Biryas ve Korxa’daki halkın bize söylediği karakol/kalekol ve baraj yapımları durduruluncaya kadar eylemlerine devam edecekleriydi. Direnişleri ziyaret ettiğimiz yerden, yürüyerek 15 dakika mesafedeki, askerlerin konuşlandığı tepeye çıktık. Bir gün öncesinde, askerlerin Barış annelerine ve halka, yönelik gaz bombası ve kurşun attığı tepede hala boş kovanlar ve gaz kapsülleri duruyordu. Halk boş kovanların bir kısmını toplayarak bir kayanın çevresine toplamış olmasına rağmen hala çalıların arasında onlarca kovan vardı. Bu tepenin direnen halkın gece kalmayı planladığı yere çok yakın olması kaygı uyandırıcıydı. Çünkü askerler 4-5 tane akrep ve 3 tane zırhlı araç ile bekliyorlardı konuşlandıkları yerde ve gözlem yapmak için tepeye çıktığımızda, kadın ekibini görür görmez araçlarına binip motorları çalıştırarak, hala bir tehdit olduklarını hatırlattılar.

Baraj ve Kalekol inşaatlarını gördükten ve dinlenmemiz için ikram ettikleri çayı içtikten sonra dönüş yoluna çıktık. Kadınlar ve gençler karakol yapımına izin vermeme konusunda çok kararlı konuşuyorlardı ve yıllardır Lice’nin maruz kaldığı devlet şiddetinden örnekler vererek, yeni bir karakola tahammülleri olmadığını anlattılar. Zaten yeteri kadar karakolun olduğunu ve buralarda konuşlanan askerlerin yaşam alanlarını kısıtladığını anlattılar. Kadınlar köyün çevresinde asker tarafından gözetlenmeden tarlalarına gidebilmek ve barış döneminde olduklarını hissetmek istediklerini özellikle belirtiyorlardı.

Dönüşte, Lice’ye giderken kullanamadığımız -çünkü asker Lice’ye desteğin gitmesini istemiyordu- yoldan döndük, yolda 2 kez, yaklaşık 5 metre arayla özel tim tarafından durdurulduk. Kimlik kontrollerine izin vermeden, ama taciz etmek için olduğu aşikar olan bekletmelerine maruz kalarak Diyarbakır’a gelebildik.

20140608_1523129 Haziran Pazartesi günü öğlen saatlerinde çadırlarını belediye önünden Dağkapı Meydanı’na taşımış olan, dağdaki çocuklarının geri dönmesini talep eden, çoğunluğu annelerden oluşan aileleri ziyaret ettik. Yirmiye yakın ailenin büyük bir kısmı Diyarbakır dışından gelmişti (Mersin, Erzurum, Kars, Ardahan, Antep vs.) ve talepleri savaşın durması ve dağdaki tüm gerillaların geri gelmeleriydi. Çocuklarının dağdan dönmeleri durumunda ceza almamalarını da talep ediyorlardı. Bu konuda bazı aileler telaşlı iken, bazı aileler hükümetin onlara söz verdiğini, çocuklarının ceza almayacaklarını söylüyorlardı. Dağa giden gençlerin çoğu üniversiteden örgütlenip gitmişti, yaşları 16’dan küçük olan çok azdı ve aileler çocukları için “kaçırıldı” değil “beyinleri yıkandı” diyordu. Onların yanında ilk hissettiğimiz şey ailelerin polis ve AKP tarafından abluka altına alınmış oldukları ve manipüle edildikleriydi. Polis; sivili, üniformalısı, polis arabası, toması, akrebiyle bu aileleri korumak bahanesiyle kuşatmıştı ve yanlarına gelen herkesi kayıt altına alıyor; muhalif basını engelliyor; politik grupların ailelerle iletişimini kısıtlıyordu. BDP karşıtlığıyla bilinen, devlet ve AKP yanlısı 72 sivil toplum örgütü ailelerin maddi gereksinimlerini üstlenmişti. Ailelerin çevresinde HÜDA PAR üyelerinin de dolaştığı söylendi bize. Bizimle konuşurken maddi desteği nerden aldıkları gibi soruları geçiştirdiklerini ve birbirlerini fazla konuşmamaları için uyardıklarını gözlemledik. Aileleri manipüle etmek hevesinde olan sadece iktidar değildi tabii ki; yolları Kürdistan’a nadiren düşen ve buradaki devlet şiddetini hiçbir zaman haber yapmayan Ulusal Kanal da röportaj yapmaya gelmişti ve muhabir, kadınlara sufle vererek ne söyleyeceklerini belirliyordu. Ailelerin tek düşündüğü ise seslerini mümkün olduğunca geniş bir kitleye ulaştırabilmek ve çocukları için başlattıkları bu girişimin sonuç almasıydı. Tek bir tarafı hedef almadıklarını, hem devlete hem de PKK’ye seslendiklerini söylüyorlardı.

Ailelerden sonra, pek çok ailenin çocuklarının geri gelmesi ya da en azından iletişim kurabilmeleri yönündeki talepleriyle ilgilenen Mazlum-Der’e gittik. Burada bizi Mazlum-Der yöneticileri ve diğer gönüllüler karşıladı. Mazlum-Der’deki yetkililer Cenevre Çağrısı adlı sivil toplum kuruluşunun çağrısıyla PKK’nin de imzaladığı ‘Çocukların Silahlı Çatışmaların Etkilerinden Korunmasına Dair Taahhütname’ye göre PKK’nin 18 yaş altı çocukların çatışmalarda bulunmasını engellemek konusunda yükümlülüğünün olduğunu ve buna göre, eğer 18 yaş altında dağ kadrosunda bulunan çocuklar varsa bunların ailelerine iade edilmeleri gerektiğini anlattılar. Diğer yandan, PKK’nin anlaşma gereği, 16-18 yaş arası katılımlara şerh koyduğunu ve bu yaş aralığındaki gençleri müzakereye tabii gördüklerini de eklediler. Mazlum-der’e başvurmuş olan Böçküm ailesinin 15 yaşındaki çocukları Sinan Böçküm’ün Cenevre Çağrı’sı aracılığıyla PKK ile yapılan görüşmeler sonucu dağdan gönderildiğini; fakat Sinan’ın geri dönme konusunda isteksiz olduğunu gözlemlediklerini, gönderildiğinden bu yana evden çıkmadığını anlattılar. Ailelerin eyleminin nasıl bir sonuç doğuracağı konusunda ise barış sürecinin seyrinin belirleyici olacağını ama AKP adım atmadığı sürece dağa gidenlerin geri gönderilmeyeceklerini düşündüklerini söylediler. Ailelerin provoke edildiğini yukarıda da söylediğimiz gibi Mazlum-Der temsilcileri de söyledi.

Son olarak görüştüğümüz Fırat Anlı’dan ailelerin eylemlerinin başlaması ve geldiği nokta konusunda bilgi aldık. Anlı da bir taraftan bu sürecin daha iyi yönetilebileceğini ama hatalar yapıldığını söylerken bir taraftan da ailelerin AKP tarafından siyasi malzeme haline getirilmesinin aileler ve “barış süreci” açısından olumsuzluklarına değindi. Bu eylemlerin doğru bir yere kanalize edilebildiği sürece yeni bir tartışmayı sağlayabileceğini söyledi. Örneğin, PKK’den çocuklarla ilgili bir düzenleme talep edilebilir; yaşı küçük olanların durumlarıyla ilgili daha şeffaf bilgi sahibi olmak ve aileleriyle iletişim kurmalarını sağlamak gibi. Anlı bu aileler için belediye olarak yapabileceklerinin sınırlı olduğunu ve yetkileri dahillinde gerekli görüşmeleri yaptıklarını belirtti ve bundan sonra Barış Anneleri gibi onlarla aynı acıyı paylaşan ve BİKG gibi barış için çaba harcayan oluşumların sorumluluk alması gerektiğini söyledi. Diyarbakır halkının eyleme katılan ailelere karşı tepkili olduklarını, ailelerin bu eylemini; zaten devlet tarafından ezilirken bir de halk tarafından protesto ediliyor olmak olarak algıladıklarını, tepkinin adresinin yanlış olduğunu düşündüklerini anlattı. Ayrıca Kürdistan’da halkın karakol, kalekol ve baraj yapımına karşı yaptıkları protesto eylemlerine askerin silahla karşılık vermesiyle yaşanan ölümlerin ve yaralamaların, halkın barış sürecine ve devlete karşı güvensizliğini artırdığını ve Türkiye halkları arasındaki mesafenin kapanması gerekirken giderek açılmasından korktuğunu belirtti.

Diyarbakır’da iki gün süren görüşmeler ve gözlemlerimiz, Lice’deki karakol, kalekol ve baraj yapımlarına itiraz eden halkın da, çocuklarının dağdan dönmesini dileyen ailelerin de farklı ifade tarzları ile barış özlemlerini dile getirmek olarak düşünülebileceğini gösteriyor bize.

Barış İçin Kadın Girişimi İzlenimlerini Aktardı

bikg0Barış İçin Kadın Girişimi, Lice’de kalekollara karşı direnen kadınlar ve PKK’ye katılan çocuklarının geri gelmesi için Diyarbakır’da eylem yapan kadınlarla yaptığı görüşmenin sonuçlarını 17 Haziran’da yaptığı basın açıklaması ile duyurdu. Açıklamalarının tam metni şöyledir:

Karakol Gölgesinde Barış Umudu

Barış İçin Kadın Girişimi olarak geçtiğimiz haftasonu kalekol protestolarının devam ettiği Lice’yi ve Diyarbakır’da dağdaki çocukları için eylem yapan anneleri ziyaret ettik.

Ramazan Baran ve Baki Akdemir’in öldürüldüğü Birkas (Yukarı Çalıbükü) köyünün kadınları ve gençleriyle konuştuk. Licelilerin ve aslında Diyarbakır’dan Muş’a, Bingöl’e kadar uzanan bölgenin neden kalekol istemediğini, kalekolların orada ne anlama geldiğini bir kez daha dinledik. Diyarbakır’da çocuklarını isteyen, günlerdir bekleyen annelerin feryadının aslında nasıl da bir barış feryadı olduğunu kulaklarımızla duyduk.

Lice’ye BİKG olarak geçen sene de gitmiş ve yapımına başlanan kalekolların özellikle kadınları nasıl tedirgin ettiğini ve yaşamlarını nasıl etkilediğini yakından gözlemlemiştik. Çözüm sürecine dair Ocak 2014’te paylaştığımız temas ve gözlem raporumuzda bunları ayrıntılı olarak paylaşmıştık. Ne yazık ki kaygılarımızın hiç de yersiz olmadığını tam 1 yıl sonra yaşananlar ve Lice’de gördüklerimiz doğruladı. Çatışmasızlık süreci artık asker ölümlerinin yaşanmıyor olması nedeniyle Batı’da bir rahatlama yaratmışken Kürdistan’da kalekol yapımlarının devam ediyor olmasının sürece dair büyük bir kaygı ve güvensizlik yarattığını gördük, dinledik. Ayrıca bölge halkının kaygılarını doğrularcasına ve ’90’ları hatırlatırcasına yollarda askeri arama noktaları ve buralarda devasa bir asker, özel tim yığınağı gördük. Bölgede havanın her an savaş koşullarına ve acımasız bir ortama dönüşebileceği kaygısını biz de hissettik.

BİKG’den bir grup kadın, ölümlerin olduğu gecenin sabahında Lice’de aldık soluğu. Önce Diyarbakır’da Ramazan Baran’ın cenaze törenine katıldık. İçine ağlayan öfkeli ama çok kontrollü binlerce kişi defnetti Ramazan’ı. Cenazeye katılan insanlar hem sessiz ve vakur, hem de öfkeliydi. Gençler arada tepkilerini gösteriyordu, fakat genel olarak sürecin bozulmaması için büyük bir çaba sarf edildiğini ve biriken öfkenin içe akıtıldığını gözlemledik.

Ardından Lice’de Ramazan ve Baki’nin çapraz ateşle sırtından vurularak öldürüldüğü Birkas (Yukarı Çalıbükü) köyüne doğru yola çıktık. Hani üzerinden gittğimiz yol Lice’ye 20 km kala asker tarafından kesilmişti. Kendimizİ tanıttık ve Lice’ye gitmek istediğimizi söyleyince, bizi engellemek istemediklerini ancak güvenlik sorunu nedeniyle eskortsuz gönderemeyeceklerini belirttiler. Biz asla eskort istemediğimizi, bizim açımızdan bir güvenlik sorunu olmadığını, Licelilerin bizi beklediğini ve halkın yanının bizim için güvenli olduğunu vurguladık. Kısa bir müzakereden sonra yolu açtılar ve devam ettik.

Kalekol Demek Gözetleyen Erkekler Demek

bikg2Birkas (Yukarı Çalıbükü) köyünde çok öfkeli, ama öfkesini de yasını da kontrol etmeye çalışan kadınlar gençler karşıladı bizi. Bir yandan da taziye çadırı kurmaya çalışıyorlardı. Çok kararlılardı. Kalekol inşaatları durana kadar asla vazgeçmeyeceklerini söylediler.

Daha önce kalekol yapımına son verileceğine söz verildiğini ancak bu sözün tutulmadığını anlattı kadınlar. Direniş boyunca defalarca gerçek mermi kullanıldığını, köylerin basıldığını, ev içlerine gaz bombaları atıldığını anlattılar. Kendi topraklarında böyle bir zulüm ve yaşamlarının kısıtlanmasına artık asla izin vermeyeceklerini söylediler. Devlete hiç güvenmiyorlar. Ancak barış istekleri de bir bu kadar güçlü. Bunu her defasında bıkmadan usanmadan dile getirdiler.

Gözlemlerimiz ve dinlediklerimiz de bir kez daha gösterdi ki kalekolları istememek için yeterince nedenleri var. Çünkü bölgedeki asker sayısı artıyor. Kalekollar her yeri her an gözetim altında tutan bir dolu erkek demek. Özellikle kadınlar bu yüzden de istemiyor ve bu inşaatlara izin vermemek konusunda da oldukça kararlılar. Lice halkı devletin bir savaş hazırlığı olduğu kanısında. Kadınlar hiç tereddütsüz gençlerle askerler arasına siper ediyorlar kendilerini. Diyarbakır’dan Muş’a, Bingöl’e kadar bir işgal havası var bölgede ve insanlar çok kaygılı ve öfkeli. İtilip kakılmaya, yaşam alanlarının daraltılmasına, saldırılmaya, aşağılanmaya tahammülleri kalmamış durumda.

“Karakol yapımına neden bu kadar karşılar?” sorusunu soranların o coğrafyayı görmeden bunun cevabını anlamasının oldukça zor olduğunu belirtmek istiyoruz.

Öncelikle bu yapılar sıradan karakol değiller. Kale gibi, şato gibi; hatta bir kısmının yerin metrelerce altına uzanan eklentileri var. Licelilerin yaşam alanlarını çevreleyen tepelerin neredeyse hepsinin üzerine konuşlandırılmışlar. Yani Lice’nin dört bir tarafı kale gibi karakollarla çevrilmiş durumda. Üstelik karakolun Lice ve tüm bölge için anlamı, hafızası da batıdakinden çok farklı. Orada kalekol; asker baskısı, ölüm, işkence demek. 1990’lı yıllar boyunca bölgede özel timlerin, askerlerin, JİTEM ve korucuların Kürt halkına uyguladığı göç ettirme, öldürme, kaybetme, tecavüz demek. Liceli genç bir kadın da şöyle ifade etti bunu: “Üzerimizde denenmemiş hiç bir zulüm kalmadı. Ben toprağımda özgür yaşamak istiyorum. Abluka altında değil.”

Diyarbakırlı Anneler Barışa Katkı Sunmak İstiyor

bikg3Ziyaretimizin ikinci günü Diyarbakır’da çocuklarını isteyen, günlerdir bekleyen annelerle görüştük. Ana akım medyada gördüğümüz, okuduğumuzdan farklı bir tabloyla karşılaştık. Eylemlerinin barışa katkı sunacağını düşünüyorlar. Çocuklarımız kaçırılmadı, ama propaganda yapıldı diyorlar. Çoğunluğun çocuğu zaten 18 yaş üstünde. Bir kısmı ise 16 yaşın altında. Dönmelerini, herkesin dönmesini, ceza almamasını istiyorlar ve siyasilerin elini taşın altına koymasını istiyorlar. Ceza alacaklarsa dağda kalsın diyenler de vardı. Hükümetin onlara söz verdiğini ve cezaevine girmeyeceklerini söylediler. “Bu nasıl çözüm süreci? Bir yanda kalekol inşaatı, bir yanda bu çocuklar dağa gidiyor.” dediler. “Savaşa mı hazırlanılıyor?” diye sordular. Lice’deki katliamdan sonra eyleme bir gün ara vermişler. Onlar da çok kararlılardı. Biz ordayken iki günlük açlık grevine başlamışlardı. “Çocuklarımız gelinceye kadar açlık grevi yaparız” diyenler de vardı.

Bu arada öğrendik ki bu annelerle kucaklaşmak ve acılarının ortak olduğunu söylemek isteyen Barış Anneleri’ni polis zor kullanarak uzaklaştırmış, hırpalamış. Ortak bir çığlığı ve feryadı olan kadınların bir araya gelmesini istememiş. Devlet ve erkek sistem bir çeşit anneliği öne çikararak adeta “makbul annelik” yaratak kadinları bölmeye calışıyor. Farklı kadınlık ve annelik hallerinin böyle karşı karşıya getirilmesinin tehlikeli ve de maksatlı olduğunu düşünüyoruz.

Diyarbakır ve Lice’de konuştuğumuz kadınların barışa giden yolda somut beklentileri ve talepleri var. Çocuklarının dönmesi için eylem yapan kadınlardan birinin “Bu nasıl barış, kale dikerek mi barışacağız?” sorusunu biz de soruyoruz!

Kadınlar Çözüm Sürecini Konuşuyor, Barışta Israr Ediyorlar

Barış talebi ve ısrarını bölgede çok net hissettik ve duyduk. Batı’da da benzer bir ısrar ve anlayış olduğunda, çözüm için gerekli adımların daha çabuk atılacağına inanıyoruz ve bunun için BİKG olarak çözüm sürecinin pek çok tartışmayı da beraberinde getirdiği bugünlerde “Kadınlar Çözüm Sürecini Konuşuyor, Barışta Israr Ediyor” başlıklı bir konferans hazırlığı yapıyoruz.

bikgBizler 5 yıldır BİKG’de savaşı ve barışı konuşan kadınlar olarak biliyoruz ki barış, toplumun tüm ezilenlerini ilgilendiren, onları siyasi süreçlerin öznesi kılan bir toplumsal yeniden yapılanmadır. Biliyoruz ki barış Lice’den Gezi’ye, Roboski’den Soma’ya uzanmalıdır. Siyasi iktidarın Lice, Gezi, Roboski ve Soma’da yaşanan tüm gerçeklerin üzerini örtmeye çabalamaktadır. Bizler hakikatleri ancak birlikte ve el birliğiyle inşa edebiliriz. Geçtiğimiz yılın bize öğrettiklerinin başında şu geliyordu: Gerçek ve kalıcı bir barış, ancak barışın herkesin meselesi haline gelmesi, toplumun her kesiminin gündemine girmesi, herkesin arzusu olması, yani barışın toplumsallaşması ile tesis edilebilir. Şimdi, barışın toplumsallaşması için neler yapabileceğimizi hep birlikte konuşup tartışmaya ihtiyacımız var.

“BİKG’in öğrendikleri”, “Savaş nasıl yaşandı? Barış nasıl kurulur?”, “Barışın toplumsallaşması” konulu atölye çalışmaları ile “Atölye önerilerinin tartışılması ve sonuç” adlı 4 oturumdan oluşacak konferansımızı 28 Haziran Cumartesi günü saat 9:30’da TMMOB Mimarlar Odası’nda gerçekleştirileceğiz.

Son olarak;

Ziyaretimiz sırasında bir kez daha gördük ki kadınlar direnişin hem öncüsü hem de inatçısı. Çünkü kalekollar ve askerin varlığı çok doğrudan hayatlarına müdahale demek. Bu kadar erkek egemen bir yerde, kadınlar mücadele etmezlerse evden dışarı çıkamazlar demek.

Barış isteği Kürdistan’da çok güçlü ama Batı’da aynı güç, ivedilik ve hayatilikle karşılığını bulmuyor. Batı’da ölümlerin olmaması yeterken, Kürtler çok kaygılı. Ne olacağını bilmek mümkün değil ama bildiğimiz ve inandığımız bir şey var ki o da barıştan başka çare yok. Bunun için de devletin, hükümetin, siyasi partilerin bunu bir an evvel idrak etmesi, çözüm sürecine uygun mekanizmaları kurması, askeri varlığını azaltması, gerekli yasal çerçeveyi oluşturması gerekiyor. Ve elbette tüm bunları yaparken kadınların tüm mekanizmalarda eşit temsilinin sağlanması ve taleplerinin karşılık bulması, barışın toplumsallaşmasının tek garantisi.

Gördük, tanıklık ettik; acıyla, zulümle sınanan çok güçlü bir barış isteği var Kürdistan’da. Ama çok derin kaygılar da var bir yandan. Zapt edilmiş bir öfke, ama ille de ille de “barış” diyen kararlı kadınlar var…

Barış İçin Kadın Girişimi / 17.06.2014