LGBTT Dayanışma Derneği’nin Benimle İlgili Yaptığı Açıklamaya Dair

Ayşe Düzkan

Bu yazı tahmin edebileceğiniz gibi LGBTT Dayanışma Derneği’nin benimle ilgili yaptığı açıklamaya dair.

Önce yalanlar.

“Trans ne be, trans falan anlamam, sakalları var bunların” ifadesi yalan. Tanıyanlar bunun benim üslubum olmadığını bilir.

“51 yaşındayım, biraz tahammül edin” o kadar yalan ki, 51 yaşında bile değilim.

“Ben kadınım diyen herkes kadın mı oluyor, metafizik bu, gerçek değil”: son üç yılda metafizik kelimesini telaffuz ettiğimi bile sanmıyorum.

“Çocuklar açık amacım açıkça söylüyorum provokasyondu” kuyruklu yalan. Herkesin toplu hitaplarda kullandığı kalıplar vardır, benimkisi “arkadaşlar”, hayatımda kimseye “çocuklar” dediğim hatırlamıyorum. Yalanın kuyruğuna gelince, provoke kelimesini telaffuz ettiğim tek cümle; “boşuna uğraşma, provoke olmayacağım”dı. Bu tartışma birkaç aşamada gerçekleşti, bu son kısımda yanımda iki arkadaş vardı, kendileriyle konuşmadığım için adlarını paylaşmıyorum ama gerekirse tanıklıklarına başvurabilirim.

Doğruya yakın olan tek şey, bana ağır hakaretler eden, bağıran ve defalarca “sen erkeksin” diyen (defalarca ifadesini bir abartma sanmayın, her cümleyi en az yirmi kere arka arkaya tekrar etmeye dayanan bir adet geliştirmiş) bir kadına “senin bu saldırganlığında geçmişteki erkek deneyiminin etkisi var” demiş olmam. Saldırganlığın dozunu anlatmak için söylüyorum, o sırada çevremde duran bir grup kadın “sana bir şey yapacak diye yanından ayrılamadık” dedi, daha sonra; onlardan da izin almadığım için adlarını vermiyorum ama konuştuktan sonra tanıklıklarına başvurabilirim.

Açıkçası, ben bir transın geçmişinde farkı bir cinsiyet deneyimi olduğundan söz etmenin transfobi sayıldığını bilmiyordum. (Hala da bunun doğru olduğundan emin değilim. Ancak bunun bir polisin bir transtan “adam” diye söz etmesiyle bir tutulmasını anlamakta güçlük çekiyorum. Bir “geçiş” varsa “geçmiş” de vardır, bundan söz etmekle geçişi yok saymak bir tutulabilir mi?) Bunun çeşitli sebepleri olabilir; konumuzla en ilgili olanı, trans erkeklerin 8 mart’taki varlığının geçmiş kadınlık deneyimleriyle gerekçelendirildiğine şahit olmam. Bu benimsediğim bir gerekçe değil, büyük ihtimalle tek gerekçe de değildir. Çünkü en azından politik düzeyde, “kadın” ve “erkek”in sömürü ve baskı ilişkilerinin hangi tarafında yer aldıklarıyla belirlendiği düşünüyorum. Ancak homofobi ve transfobi, ebt bireyler de dahil olmak üzere bu toplumda yaşayan, bu toplumda oluşmuş herkeste var olan eğilimler; adı üzerinde fobi. Bizim karşısında durduğumuz, toplumsal ve politik olan heteroseksizm ve heteronormativite.

Kendi adıma cinsel yönelimin bile bir “tercih” olmadığını düşündüğüm için, bununla bir tutarlılık içinde olarak, cinsiyetin toplumsal olarak yapılandığını, performansa indirgenemeyeceğini düşünüyorum. Bedenin/biyolojinin kader/tek kriter olmadığı ama bütünüyle önemsiz olmadığı fikrindeyim. Ama diyelim ki yanılıyorum; bağırmak, tehdit, saldırganlık hangi cinsiyetin performansıdır? (Tehditlerden biri hormonlu domates alacağım, bir diğeri de spod’un beni teşhir edeceğiydi, açıklamanın İstanbul LGBTT Dayanışma Derneği’nden gelmiş olması benim için bir sürpriz.)

Benim müdahale ettiğim iki kişiden biri bir kadınla el eleydi, evet sakalları vardı, erkek giysileri içindeydi, diğeri de bütünüyle erkek görünümdeydi. Bana da “biz transız” değil, “bizim içimiz kadın” dediler. Esas tartışmayı yürüttüğümüz arkadaş bu olaya şahit bile olmadı, bu konuşma bittikten çok sonra gelip bana saldırdı. Söylediklerinde hakaret, tehdit vb. içermeyen iki cümle var. Bunlardan biri “onlar gece kadın.” Bunun ne anlama geldiğininden emin değilim, beni hiç dinlemediği için sorup cevap almak da mümkün olmadı. İkincisi de “onlar senin gibiler yüzünden metroya binemiyor.” Bu doğru değil, o iki arkadaş gece metroda benden daha güvenle yolculuk yapar. Evet, onların oradaki varlığının yürüyüşün kadınlara mahsus olması durumunu, zorunluluğunu zedelediğini, -yukarıda bir parça açtığım tartışmayı bir kenara koysak bile- erkeklerin o alanı işgal etmelerine gerekçe hazırladığını, imkân sunduğunu düşünüyorum. Ve bunun, o eylemin birincil önceliği olduğu fikrindeyim. Bu fikrim değişir mi, tabii ki mümkün. Ama bu yazıya konu olan olaydaki gibi, “bunu diyemezsin, şunu yapacaksın, faşistsin, transfobiksin, terbiyesizsin, görürsün sen” gibi ifadelerle değil, politik argümanlarla.

Bu tartışmanın son aşamasında yer alan bir arkadaş “artık queer var, böyle şeyler diyemezsiniz” dedi. Bu, tartışmanın içinde herhangi bir fikir içeren nadir cümlelerden biri olduğu için üzerinde durmak istiyorum. Teorik yaklaşımlar, yenisi çıktığında eskisi itibar kaybeden telefon markaları gibi değil. Queer teorinin varlığından haberdarım, saygı da duyuyorum ama kimsenin “en yeni” teoriyi benimseme zorunluluğu yok. O yüzden ben de hâlâ maddeci feministim ve cinsiyet meselesine maddecilik çerçevesinde bakıyorum. Önümüzdeki günlerde bu konuyu ele alan bir şeyler yazmaya çalışacağım ama bu çizgiyi merak edenlere Stevi Jackson’la Sue Scott’ın Note Bene Yayınları’ndan çıkan “Cinselliği Kuramlaştırmak” adlı kitabını önerebilirim. Ama şu kadarını söylemek gerek. Kadın, patriarkal ilişkiler içinde ezilen sömürülen ve aynı ilişki içinde ezme, sömürme imkânı olmayandır. Erkekse, bu sömürü ve baskının sorumlusu, bundan yararlanan da belli; adı üzerinde erkek-egemenliği. O yüzden cinsiyet toplumsal hiyerarşi içinde bir konum; aynı zamanda toplumsal bir pratik, bir deneyim. Duygu ya da tercih değil. O yüzden 8 mart eylemi, bazılarımızın girişte sorun yaşadığı bir parti değil. 8 mart kadınların ezilme ve sömürülmelerine karşı isyanlarını ifade ettikleri gün, muhatabı da erkekler.

Son olarak şunu söyleyeyim, politik bir tartışma kurumlarla yürütülebilir ama yazının başında söz ettiğim saldırı, yalan, hakaret gibi durumlar kişisel sorumluluk gerektiriyor. O yüzden, tartışmanın sonunda karşı karşıya kaldığımız üç arkadaştan isimlerini (soyadlarını ya da kimliklerini değil) açıklamalarını rica ediyor, Günce Hatun’u yeni kaybettiğimiz şu günlerde, Bayram Sokak baskınının hemen ardından bana gösterdikleri ilgi için İstanbul LGBTT Dayanışma Derneği’ne teşekkür ediyorum. Ve metindeki çok küçük bir noktaya daha itiraz etmek istiyorum; politik alanlarda gazeteci kimliğimle bulunmuyorum, gazetecilik ekmek kapım, politik kimliğim değil.

 

SFK notu:İstanbul LGBT’nin açıklaması için:http://www.istanbul-lgbtt.net/lgbtt/haber_detay.asp?haberID=162

 

 

Yorumlara kapalıdır.