Ölümüne Fedakârlık

Mutfak Cadıları (Sayı3, Mayıs 2010)

Başbakanımız Türkiye’de, özellikle tekstilde, kadınların çalıştığı yerlerde emeğin acımasızca sömürüldüğünü söyledi; apaçık “böyle emeği sömürerek ben zengin oldum demek olmaz, çalıştıracaksın hakkını vereceksin” dedi. Sonunda doğru bir söz söyledi.

TOBB Hazır Giyim Konfeksiyon Sektör Konseyi Başkanı Umut Oran ise beylik bir cevap verdi: “Tekstilde bacalar işçi-girişimcinin fedakârca dayanışması ile tütüyor. Çok provokatif, barışı tehdit eden bu söylem çok yanlış…”.  Biz öncelikle Oran’ın ‘fedakârlık’ derken ne demek istemiş olabileceğini anlayalım istedik.

Emek yoğun tekstil sektöründe çoğunlukla kadınlar istihdam ediliyor. Çok doğru! Tekstil sektöründe çok yıllardır ağır bir sömürü var. Daha da doğru! Çalışanların çoğu sigortasız, güvencesiz çalışıyor, sigortalıysa ve şans eseri asgari ücretten daha yüksek bir maaş alıyorsa da maaşının tam gösterildiği neredeyse hiç rastlanan bir durum değil. İş güvenliği kuralları, sürekli ‘denetlenen’ büyük firmalarda bile hemen hemen hiç uygulanmıyor. Mesailer her daim yasal sınırların kat be kat üzerinde. Ölümlü olmayan iş kazaları kazadan bile sayılmıyor, ölümlü olanlarda ölenlere ise yakınını kaybedenler dışında kimse aldırmıyor. Kadın tekstil işçileri, Bursa’da mesai saatlerinde fabrikaya kilitlenmiş oldukları için yanarak can verdi. İkitelli’de kurban pazarına götürülen hayvanlardan bile daha kötü koşullarda taşındıkları için boğuldular… Binlerce kot kumlama işçisi silikozis hastası, dokuma işçileri sağırlıkla karşı karşıya, deri işçileri kanser tehlikesi ile burun buruna. Sektörde on yıl çalışıp, ağır çalışma koşullarına dayanabilen, akıl sağlığı yerinde olan çok az kişi vardır. Çok büyük markalara üretim yapan firmalar, ‘gözden uzak’ mekânlara gidip (Düzce, Hayrabolu, Adıyaman vb.), çoğunluğu kadın olan işçileri, asgari ücretin yarısından az paraya çalıştırabiliyorlar. Üstüne üstlük bu firmalar, uluslararası denetim firmaları tarafından verilen, ‘sosyal uygunluk’ nişanlarını çerçeveletip duvarlarına asabiliyorlar.

Konfeksiyonda çalışıyorsan ve hele de kadınsan, müdüründen, patronundan hakaret işitmek, sana küfredilmesi, bağırılması işten bile değil. Hastalıktan ölürken işe gitmek, 36 saat durmadan çalışmak, işyerinde uyumak, kötü yemek yemek, tuvalette geçirdiğin zamanın ücretinden kesilmesi, dikmen gereken kadar parça dikemediysen eksik ücret almak (ki bu miktar hiç durmadan çok hızlı çalışma durumuna göre,  iş-zaman etütleri ile çoook hassas şekilde hesaplanır), fazla mesailerinizin ödenmemesi kadar NORMAL bir şey yoktur.

Evli kadınlar, hem bu koşullarda çalışıp hem evlerini ‘idare’ edemedikleri, gecenin köründe eve gidip akşam yemeğini hazırlayıp, hafta sonları mesailerinden kalan zamanlarında temizlik yapmaya vakit bulamadıkları, çocukları varsa bakımlarını yapamadıkları için genellikle fabrikalarda çalışamıyorlar. Konfeksiyon fabrikaları genellikle evli olmayan ‘genç kız’ların veya ununu elemiş, eleğini asmış, evde gelini, kızı olan kadınların çalışabileceği yerlerdir. Aynı zamanda, kocaları, karılarının evdeki emeğinden elde ettiği konforun bir kısmından vazgeçse bile, gecenin körü eve gelmelerine ‘izin’ vermeyeceği için de, onlar evlerinde parça başı çalışırlar, hem yemek yapıp, ayaklarında bebek sallayıp 50 kuruşa 2 saat boncuk işlerler. Güvencesizin de güvencesizi, yoksulun da yoksulu olurlar. Türkiye’nin imalat lokomotifi, kadınların emeğinin koşulsuz, şartsız, güvencesiz sömürüsü üstünde tütüyor. Kadın işçiler ölüyor, eziliyor, hayatta kalma savaşı veriyor.

Günümüzde Çin ve Hindistan gibi günde 1,5 doların altında çalışan kadınların olduğu ülkelerle rekabet edemeyen tekstil patronları farklı çareler arıyor. Yeterince palazlanmış olanlar, sermayeleri biraz daha kârlı bir sektöre yettiği anda, ardında binlerce işsiz kadın bırakarak, hooop örneğin enerji sektörüne taşınıyor. O kadar palazlanamamış olanlar daha daha daha ucuz, ölümüne ucuz işgücü maliyetinin yollarını arıyor.
Umut Oran tüm bunlara “fedakârca dayanışma” diyor. Biz durumu tanımlayacak kelime bulamıyoruz.

Öte yandan artık daha çok sermayesi olan Türkiye sınıf atlamak istiyor, bu nedenle tekstil gibi katma değeri az, emek yoğun bir sektör sanayileşmiş illerimize uygun bulunmuyor. Söylemler, teşvikler, 9.Kalkınma Planı, ‘demokratik açılım’ gösteriyor ki, tekstil sektörü emeğin daha ucuz, daha güvencesiz olduğu, zaten hiç iş olmadığı için insanların 250 liraya bile ‘duacı’ olacağı Doğu’ya taşınmalı.

Türkiye’de çalışma koşullarının ne kadar kötü olduğunu, özellikle tekstil sektöründe kadın emeğinin ağır bir sömürüye maruz kaldığını tekstil işçilerinin kendileri, istatistikler, tekstil sektörü üzerine yapılan birçok çalışma uzun yıllardır söylüyor. Hepsi iyi bilinen APAÇIK gerçekler.
Peki ya başbakan, neden şimdi, emek sömürüsü konusunda bir açıklama yapıyor ve neden merkezine tekstil sektörünü alıyor, örneğin neden tersaneler demiyor? Biz nedeni olmadığını bildiklerimizi sıralayalım:

Başbakan emek sömürüsüne karşı olduğu için değil, zira bir ücretten bahsediyorsak, patronumuz karşılığında daha fazlasını almalı ve bizim emeğimiz üzerinden kâr etmeli. Biz ne kadar iyi, hızlı, becerikli çalışırsak çalışalım ürettiklerimizin hepsi patronumuzun oluyor. Günde 390 tişört dikebilirim ama birini bile kendim için alamam.
Başbakan kadın işçilerin ‘özel’ durumunu önemsediği için değil, zira devlet kreşlerin kapatıldığı, özel kreş, bakıcı ücretlerinin asgari ücretin hayli üstünde olduğu ve asgari ücretli işin bile olmadığı bir durumda kadınların bir de geleceğin işçilerini doğurması için çağrıda bulunmazdı.
Başbakan herkes için güvenceli, tam zamanlı, sigortalı, insanca bir iş istediği için değil, zira AKP döneminde güvencesiz çalışma, esneeeekleşme, çalışma saatlerinin uzaması görülmemiş derecede arttı. Öte yandan binlerce işsiz kadına bir çözümü yok, TOBB’un tüm üyeleri birer işçi alacak olsa bile, kendisi de iyi biliyor ki, bunlar eskinin kadın hazır giyim işçileri olmayacak.

Başbakan söyleminin nedenini, hangi tribüne söylediğini, neden şimdi söylediğini açıklayabilir mi?

Yorumlara kapalıdır.