Kuşakların belleğinde yer etmiş bu eski çocuk şarkısını hatırlıyor musunuz?
Küçük Asker, Küçük Asker
Ne Yapıyorsun, Bize Göster
Tüfeğime Bakıyorum,
Ona Süngü Takıyorum
Palaskamı Takıyorum
Ben Kışlama Gidiyorum
Küçük Ayşe, Küçük Ayşe,
Ne Yapıyorsun Bize Söyle,
Bebeğime Bakıyorum,
Ona Mama Veriyorum.
Gül Yüzünü Öpüyorum,
Ona Ninni Söylüyorum
Erken çocuk eğitiminin önemli bir parçası da cinsiyete dayalı işbölümünün taze beyinlere kazınması. “Küçük Asker”ler ile “küçük Ayşe”lerin toplumsal rollerini az çok içselleştirmiş olarak yetişkinliğe adım atmaları sağlanıyor böylece. Ne var ki “küçük Ayşe”nin yükü, “küçük Asker”e göre daha ağır: Malum, Türkiye’de erkeklerin zorunlu askerlik hizmeti en fazla 15 ay sürüyor. Profesyonel olarak bu mesleği seçmiş olanların, maaşı, sigortası, ücretli izinleri, emekliliği var. Oysa annelik, 7 gün 24 saat, neredeyse bir ömür boyu süren ve ücretlendirmeyen bir hizmet.
Çocuk bakımının tamamen “küçük Ayşe”nin “şefkatli” omuzlarına yıkılması, bugüne dek ne devleti ne erkekleri ne de sermayeyi rahatsız etti. Ne zamanki doğurganlıkla birlikte kadın istihdamının eşanlı olarak arttırılması bir hükümet politikası olarak belirdi, “kadınlara sunulacak bir hizmet” ya da “iyilik” olarak kamusal gündeme “kreş”ler geldi.
Kadınların iş hayatına daha fazla katılmaları isteniyor çünkü Türkiye’de sanayi ve hizmet sektörlerinin ucuz ve esnek çalışabilecek işgücüne gereksinimi var. Dahası, kadınların istihdama katılımının OECD ortalamalarının çok altında kalması, Türkiye’yi insani gelişim endekslerinde alt sıralara doğru çekiyor –ki “kalkınmış büyük devlet” olma iddialarını zedeleyen bir görünüm.
Öte yandan, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın doğurganlığın arttırılmasına yönelik çalışmaları ve Başbakan’ın bu yöndeki telkinleri hız kesmeden sürüyor. (Kürtaj hakkını fiilen kısıtlama girişimleri de bu politikanın bir parçası.) En son ifade edilen “5 çocuk doğurun üreyin çoğalalım” çağrıları kadınlar tarafından kuşkuyla karşılanırken hükümet kreş sorununa el atacağına dair bazı işaretler verdi.
Kreşler nitelik ve nicelik olarak yetersiz
Türkiye’de kreş ve diğer çocuk bakım olanakları son derece sınırlı. Kreş ve okul öncesi eğitim koşullarını sağlama oranı sadece % 16 düzeyinde. Kamu hizmeti olarak 3 yaş altı çocuklar için kreş yok; 3-5 yaş için çok az sayıda imkân bulunmakta. Okul öncesi eğitime katılım ise, 3 yaş için % 4; 4 yaş için % 16; 5 yaş için % 61 düzeyinde.
MEB verilerine göre, Türkiye’de 25.172 resmi, 3.453 özel olmak üzere toplam 28.625 “okul öncesi eğitim” kurumu mevcut. Devlet memurlarının yararlanacağı bakımevlerini düzenleyen yönetmelikte, “kurumun bağlı olduğu bakanın onayı alınmak suretiyle memurların 0-6 yaş grubuna giren en az 50 çocuğu için bakımevi açılabilir”, diye belirtilmiş. Öte yandan İş Kanunu’na tabi çalışanlar için yapılan düzenlemeler hayli esnek; alt sınırı yukarı çekmekle kalmayıp sadece kadın çalışan sayısını dikkate alıyor. “Gebe Veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları Ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik”te 150’den fazla sayıda kadın işçi çalıştıran özel işyerleri için emzirme odaları ve kreş/anaokulu açma zorunluluğu getirilmiş. Gelin görün ki işyerleri, hayli komik denecek bir idari para cezasını göze alarak, hiç kreş meselesine bulaşmadan hayatlarına devam ediyorlar. “Örnek kreş” derseniz; koca bir YOK! İşyerleri için para cezasını ödemek çok daha az masraflı bir iş.
Kreş, sosyal devletin sunması gereken bir hizmetken, devlet teşviki ve zorlamasıyla özel işletmelerin ve binbir türlü yalan dolanın döndüğü sermayenin para kapılarından biri haline dönüşmüş durumda. Özel kreşlerin ücretleri semtine ve kalitesine göre değişiyor. Kreşlere ödenen ücretler ciddi rakamlar. Öyle ki; gelir durumu orta düzeyde olanları değil, yüksek olanları bile zorluyor. Kadınlar, “çalışmayıp çocuğuma kendim mi baksam?” ikileminde kalıyorlar; aksi takdirde gelirinin büyük bir kısmı çocuk bakımına gidiyor. Kocanın geliri, bir süre aileyi idare edebiliyorsa çalışmamayı tercih edenler çok oluyor. Bu, aile gelirini sağlayan asli üye sıfatıyla istihdam edilenin ve bakım konusunda sorumluluk almak istemeyenin erkekler olduğunun önemli göstergesi.
Çocuğunu kreşe gönderme olanağı bulan kadınların yükü hafifliyor mu? Eğer ücretli çalışıyorsa, işyerinde ve evde çalıştığı toplam süreyi dikkate alarak yükünün arttığını bile söyleyebiliriz. Kreş denen kurumla ilişkilerden ve elbette evdeki bakımdan tümüyle kadınlar mesul. Çocuğun gün içinde kullanacağı giysi ve oyuncaklarıyla birlikte sabah kreşe teslimini, akşam eve transferini anneler organize ediyor; hastalık dahil, doğabilecek her türlü sorunun muhatabı yine onlar. Kreşler hasta çocuklara bakmıyor ve gün içinde “çocuğunuz hasta, gelin alın” diye anneleri arama hakları var. Çalışan anne mesaiye kalıyorsa, anneanne – babaanne ya da uygun akrabaların desteğine başvuruluyor rica minnet.
Kreş tek başına yaramıza merhem olur mu?
Kreş, çocuğu kadına zimmetleyen, çocuk bakımını kadının “doğal vazifesi” olarak gören cinsiyetçi anlayış ve pratiklerin aşındırılmasını sağlayacak bir dizi talep içerisinde feminist bir talep olarak anlamlı. 16 haftalık “doğum izni”nin 6 aya (24 haftaya) çıkarılması tasarlanıyor iken “babalık izni” hükümetin gündeminde yok örneğin. Oysa doğurmak ve emzirmek dışında tüm bakım hizmetleri erkekler tarafından da yapılabilir. Kimse anasının karnından alt değiştirmeyi ya da gaz çıkartmayı bilerek doğmaz. Bunlar öğrenilen ve pratikle geliştirilenen işlerdir. Hatta anne sütünün pompa yardımıyla sağılması da mümkün olduğundan annelerle bebeklerin 24 saat birarada durmaları da gerekmiyor artık. Dolayısıyla, kadının doğumdan önce ve sonra aldığı iznin üstüne ve eşzamanlı olarak, zorunlu ve devredilemez babalık izninin de yasal hale getirilmesi gerekiyor.
İlaveten, işyerlerinde kreş zorunluluğu kriteri, o işyerinde “çalışan kadın sayısı”na göre değil de “toplam çalışan sayısı”na göre yeniden belirlenmeli. Kreş toplumsal bir haksa, çocuk sahibi olan erkekler ve onların çalışan ya da çalışmayan eşleri ortak yararlanmalı bu haktan.
Kreşlerin sadece işyeri sınırları içinde düşünülmemesi, istihdamdan bağımsız olarak kurulacak “mahalle kreşleri” ile de modellenmesi önemli. Ev dışında ücret karşılığı çalışmayan tam zamanlı ev kadınlarına (evli ya da yalnız yaşayan annelere) de ücretsiz kreş imkanı sağlanmalı. Ev dışında ücretli çalışmayan kadınların annelik rollerinin sabitlenmemesi için bu elzem.
Nasıl bir kreş istiyoruz?
Devletin, sermayenin ve yerel yönetimlerin ortaklaşa finansman desteğiyle açılacak kreşler, çocuğun yaşadığı yere yakın, 24 saat açık mekanlar olmalı. Güneş görmeli ve uygun büyüklükte bir bahçeye, her türlü eğitim aracına sahip olmalı. Kreşler aynı zamanda beslenme kültürünün ilk verileceği mekanlar olduğundan, çocuklar GDO’lu olmayan, sağlıklı gıdalarla beslenmeli. Yangın, deprem gibi durumlarda can güvenliğinin sağlanacagı sekilde inşa edilmeli ve içinde (ya da yakınında) sağlık görevlileri (veya sağlık kurumları) bulunmalı. Bakımın ve eğitimin kalitesi ve güvenilirliği kamu tarafından sürekli denetlenmeli.
Kreşlerde istihdam edilecek bakıcı ve öğretmenlerin kaliteli bir eğitim sonrasında, yeterli sayıda ve uygun ücretle atanmaları önemli. Aralarında -yöresel ihtiyaçlara göre- ana dilde de hizmet verebilecek kişiler bulunmalı; çiçeği burnunda annelere ve özellikle babalara, kreşin deneyimli personeli tarafından çocuk bakım eğitimleri verilmeli. Kreş saatleri esnek olmalı ve ihtiyaca göre belirlenmeli. Yine ihtiyaca göre evde bakım desteği sağlanmalı, zaman zaman evlere gidebilecek mobilize bir ekip de bu modelin içinde yer almalıdır.
Kreş çalışanları sadece kadınlardan mı seçilmeli, yoksa karma mı olmalı? Bu oldukça tartışmalı bir konu.. Okul öncesi eğitimde geleneksel patriyarkal değerlerin, kız ve erkek çocuklara aktarımından özenle kaçınılması gerekiyor; ne var ki tek başına karma personel, bunu sağlamanın en güvenceli yolu değil. Bu konuda bilinçli bir çaba gösterilmediği takdirde, erkek bakıcıları küçük oğlanlarla bahçede top koştururken, kadın bakıcıları da içeride kızlarla evcilik oynarken görebiliriz bir süre sonra. Cinsiyete dayalı rolleri ve hiyerarşiyi yeniden üretmemek adına tüm personelin özel bir eğitime tabi tutulması; şarkıların, şiirlerin, oyuncakların, eğitim görsellerinin gözden geçirilmesi; kızların oynadığı oyunlar ile erkeklerin oynadığı oyunların ortaklaştırılması gerekiyor.