Başbakan’a Cevabımızdır: Mevcut Durumu Korumak Değil, Yıkmak İstiyoruz

Mutfak Cadıları – Haziran 2010

Başbakan Erdoğan, “3 çocuk doğurun” inadından vazgeçmedi bir türlü. Bu inat “gündüz dilimde gece düşümde” mertebesine varmış olmalı ki, geçtiğimiz günlerde katıldığı bir nikâhta tutamadı kendini, üstüne bir de ödül vaat etti. “Eğer böyle giderse 2038’de durumumuz kötü. Bu durumu düzeltmemiz lazım. Belki ödül de koyarız bu işe, belli olmaz. Çünkü bu işi başarmamız lazım” diyen Erdoğan’a göre, Türkiye’nin şu anda nüfus artış hızı yüzde 1.5 ile 1.8 aralığında. Olması gereken düzey ise en azından yüzde 2.5. Niye peki? Erdoğan “En az yüzde 2.5 olmalı ki mevcut durum korunsun” diyor.

Erdoğan’ın, kaç çocuk doğurup doğurmayacağımıza, hatta çocuk sahibi olmayı isteyip istemediğimize karar vermede dış kapının mandalından daha yakına düşemeyecek bir pozisyonda olduğunu biliyoruz da, şu korumamız gerektiğini söylediği mevcut durum biraz açılmaya muhtaç görünüyor. Çünkü ya aynı mevcudiyete bakmıyoruz ya da ondaki durum bizde maalesef mevcut değil. İktidar koltuğundan görünen ve yüzde 2.5 artışın gerekli olduğu mevcut durumdan kasıt, nüfusun değişmemesi gereği. Bize göreyse resmî mevcut durum özetle şöyle: Geçen yıl ekonomi yüzde 4.7 küçülmüş, işsizlik yüzde 14.4, gerçek işsizlik yüzde 30’lara yakın. Yani her 3 kişiden biri işsiz. Kadınların yüzde 60’ı işsiz. Geçen yıl doğan her bebek 9 bin 825 lira borçla doğmuş.

Gebelik her yıl 1400 kadını öldürüyor

Devam edelim ve bu kez saklanan, -hadi iyi niyetten vazgeçmedik diyelim- görülmeyen, görmezden gelinen durumu biraz açalım: Erdoğan’ın o dilinden düşürmediği “daha çok çocuk”un, hayatımıza nasıl mâlolduğu gerçeğine…

Sağlık Bakanlığı ve BM Nüfus Fonu’nun araştırmasına göre, her yıl yaklaşık 1.400 kadın gebelik, doğum ve loğusalık ile ilgili nedenlerle ölüyor. Bu nedenlerin yüzde 41’ini gebelik ve loğusalık kaynaklı zehirlenmeler, yüzde 19.9’unu kanamalar, yüzde 5.5’ini enfeksiyonlar, yüzde 25’ini de diğer komplikasyonlar oluşturuyor. Ölümlerin yüzde 8.6’sının nedeni ise bilinmiyor. Türkiye’de anne ölüm hızı ise (yeterli veri bulunmasa da) 1974’te yapılan bir araştırmaya göre 100 bin canlı doğumda 208.*

Nüfus artışını teşvik eden (pronatalist) politikaların, kadın sağlığını, artan doğum sayısı, sıklaşan doğum aralığı ve düşüklerle ciddi bir biçimde nasıl tehlikeye atıldığını ortaya koyan bir başka çalışma da yine BM Dünya Nüfus Fonu’nun bu kez “Orta Asya ve Doğu Avrupa’da Ana Sağlığındaki İlerlemeler” raporu. Bu çalışmaya göre canlı doğumda anne ölüm oranları 2005’ten bu yana sadece yüzde 50 azaltılabilmiş. Canlı doğumda anne ölümleri Türkiye’de hâlâ 100 binde 20.94 oranında. Bu oran kırsal bölgelerde 100 binde 40.3’e yükseliyor. Hamilelik dönemiyle bağlantılı ölüm oranı ise 100 bin canlı doğumda 38.3 düzeyinde. Yine kırsal bölgelerde bu oran 53.7’ye yükseliyor.

Uzatmak mümkün ama biz kestirmeden diyelim: Biz bu mevcudu korumak değil, onu yerle bir etmek istiyoruz.
Evet biz, ömrümüz sadece ve sadece yeni ömürleri nasıl kurabileceğimiz çabasından çok daha fazla ve çok daha başka anlamlar taşısın istediğimiz için bu mevcut durumu yıkmak istiyoruz.

Mevcut durum, çocuk doğururken kâr-maliyet hesabı yapmak zorunda kalmaksa eğer; işçi sınıfını kendi içinde kırdırmaya malzeme ettiğiniz ucuz işgücünü çoğaltmaksa; bizi “mevcut” değil “yok” yazın.

Kaynak: Kolankaya, Tolunay (2001), “Türkiye’de Doğum Kontrolu Alanına Bir Bakış”, Yerli bir Feminizme Doğru içinde, Der.: Necla Akgökçe ve Aynur İlyasoğlu, s: 155- 172, Sel Yayıncılık, İstanbul.

Yorumlara kapalıdır.