Çoğumuzun bildiği bir fıkrayı düşündüm bugün. Hani iki kadın yolda karşılaşmışlar da, “Hayırlı olsun” demiş kadınlardan biri diğerine, ”Kızın evlenmiş”. Diğeri almış sözü:
– Ya evet kardeş, kızım bir rahat ki sorma, böylesi dostlar başına, damat sabahları kızımın yatağına getiriyormuş kahvaltısını, bir dediğini de iki etmiyormuş. Kızım mutlu olunca ben de mutlu oluyorum haliyle…
– Tabii şekerim, artık kadınlar da bir gün görsün, biz yıllarca ezildik, böyle rahat eden, ezilmeyen kadınları gördükçe içim rahat ediyor billâhi.
– Artık devir değişti, erkekler de anlasın bizim bir birey olduğumuzu, haklarımız olduğunu.
-Saçımızı süpürge ettik bunca yıl, kıymetimiz bilinmedi, şimdiki gençler akıllı valla iyi yapıyorlar, sözlerini geçiriyorlar kocalarına.
– Bilirsin şekerim ben bu konularda çok duyarlıyımdır ve kadınların lehinedir hep düşüncelerim…
Şeklindeki sözlere biri başlamış, diğeri devam etmiş. Gelmişten geçmişten konuşmuşlar ayaküstü, bir müddet iki kadın. Sonra birinin aklına diğerinin oğlunu sormak gelmiş. ”Geçen yıl da oğlun evlenmişti, nasıl iyiler mi? “ der demez diğeri almış yine sözü .”Sorma kardeş, Allah damattan yana güldürdü yüzümü ama gelinden yana hiç mi hiç şansım yok. Kör olası gelin, kadınlık öğrenmemiş anasından, zavallı oğlum her sabah yatağına götürüyormuş kahvaltısını, bir dediğini iki etmiyormuş karısının. Oğlum perişan hiç sorma. Böyle olunca ben de üzülüyorum haliyle…”.
Bu bir fıkra. Düşündürüyor ama güldürmüyor. Ben kadınların ezilmesine karşıyım ama ataerkil sistemin erkeklere sunduğu nimetlerden oğlumu mahrum eden gelinimden de şikâyetçiyim. Bütün kadınlar eşit haklara sahip olsun erkeklerle ama oğluma dokunmayın, o bir adım önde olsun gelinimden diyor…
Düşünelim şimdi hep beraber. Hatta birlikte bir öykü kurgulayalım. Beni hakim, savcı, avukat, yani bir hukuk insanı olarak düşünün bu kurguda. Yıllarımı vermişim bu işe. Kanundu, tüzüktü, şuydu buydu yalamış yutmuşum hepsini. Üstelik önüme çıkan davalarda gayet adil oluyor, yılların tecrübesine kendi hassasiyetimi de katarak çok büyük davaları başarı ile mağdurun lehine sonuçlandırıyorum.
Ayrıca kadına şiddet konusunda o kadar duyarlıyım ki, bu tür davalarda ilkleri oluşturacak kararlar veriyorum. Kadınların maruz kaldığı erkek şiddetlerinin içinden, sadece fiziksel şiddet değil, psikolojik, ekonomik, sosyal şiddetleri de tüm hassasiyetimle ciddiye alıyor, bu konuda müthiş emek harcıyorum. Hakimsem, kadının lehine karar veriyor; avukatsam, sonuna kadar yanında oluyorum kadın haklarının… O kadar çok önem veriyorum ki bu konulara, enerjim de çok, erkek şiddeti ile ilgili kitaplar yazıyorum, makaleler diziyorum. İçimden geliyor, gönlümü vermişim, başımı koymuşum bu yola. Konferanslar veriyorum, seminerler düzenliyorum, insanlar özellikle kadınlar bana hayran kalıyorlar. Bir erkeğin bu konuda bu kadar duyarlı olması, emek harcaması, bir hukuk insanı, olarak erkek şiddetine maruz kalan kadınların yanında olmasını tabii ki takdir ediyorlar. Hukukçu bir erkek olarak kadınlardan büyük alkış alıyorum.
Ama günlerden bir gün oğlum, erkek kardeşim ya da çok sevdiğim bir erkek yakınım, karısına veya sevgilisine şiddet uyguluyor. Öykü ya bu, yana yakıla bana geliyorlar; can dostuz, içtiğimiz su ayrı gitmezdi ya, gönül borcum var, yılların hatırı var ya. Ya da oğlumdur, canımın parçasıdır, kıyamam ki ben ona. Veya kardeşimdir, birlikte büyümüş birlikte paylaşmışız birçok şeyi. Nasıl almazsın davayı, nasıl üzersin kardeşini, oğlunu ya da hatırlı dostunu. Alıyorum. Aslında biliyorum; kadın haklı, şiddete uğramış bunun kaçarı yok; oğlum, kardeşim, dostum her neyse, bu savunduğum erkek her kimse işte, iki kere iki dört eder kesinliğinde şiddet uygulamış bu kadına. Ne yapmalı ne etmeli bilemiyorum. Bir tarafta yıllarca emek verip, erkek şiddetine karşı duruşumla geldiğim nokta, bir tarafta kadına şiddet uygulayan can dostum, oğlum, kardeşim her kimse o var.
Ben erkeğim ama yıllardır beni tanıyan herkes, özellikle kadına yönelik erkek şiddeti konusunda duyarlı olan kadın ve erkek çevreleri, bu konuyla ilgili düşüncelerimi iyi bilirler. Bu konuya gönül verişimi, harcadığım emeği takdir ederler. Ama benim bu davayı almam gerekiyordu, çünkü oradaki şiddet gösteren erkek, benim hatırını kıramayacağım biri. Burada artık konu kadına yönelmiş erkek şiddeti değil, erkek dayanışması, yılların dostluğuna, kardeşliğine duyulan saygı ya da oğluma sahip çıkma duygusu, babalık görevi. Ne sayarsanız sayın, kefenin bu tarafı ağır basıyor. Şiddete uğrayan kadına “uzatmayalım bu konuyu” diyorum, tatlıya bağlayalım, kapansın gitsin diyorum.
Tüm kadınlar ve erkekler eşit haklara sahip olsun ama benim oğlum çok kıymetlidir, gelinimden bir adım önde olsun diyorum. Ataerkil sistemin erkeklere sunduğu nimetlerden oğlum da yararlansın ama sonuna kadar karşıyım kadına yönelik erkek şiddetine diyorum. Kısa eteğe karşı olan hocaya cemaatinin “hocam senin kız da kısa etek giyiyor” diyenlere dediği gibi “Eee yakışıyor benim kâfire” diyorum.
S. Dilek Şentürk